KADININ İNSAN HAKLARINA YÖNELİK

ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER

Nazan Moroğlu, LL.M

Uluslararası insan hakları sözleşmelerinde yer alan kadın erkek eşitliğine ilişkin kurallar yanında, doğrudan kadın haklarını odak noktasına alarak düzenlenmiş olan iki temel uluslararası sözleşme vardır. Bu yazıda Türkiye’nin onaylamış olduğu “Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesine (CEDAW)” ve “Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesine”[2] yer verilecektir.

Uluslararası Sözleşmelerin Önemi

İnsan hakları sözleşmeleri ve doğrudan kadın haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeler iki açıdan önem taşımaktadır.

Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, öncelikle iç hukukumuzda yasaların eşitliğe uygun düzenlenmesi,  değiştirilmesi ve geliştirilmesinde itici güç olmaktadır.

Uluslararası sözleşmelerin diğer bir önemli işlevi de, Anayasamızın 90. maddesinin 5.fıkrası hükmü gereğince “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda” ilgili sözleşme hükümlerinin esas alınacak olmasıdır. Diğer bir ifadeyle, Anayasanın 90. maddesine göre, temel insan hakları konusunda iç hukuk kuralları ile eşit haklara erişim sağlanamadığında, sözleşmede yazılı kurallar mahkemece talep üzerine ve/veya re’sen dikkate alınacaktır. Bu nedenle, özellikle yargı sürecinde kadın haklarının savunulmasında önemli bir hukuki dayanak olarak kullanılmaktadır.

Kadın haklarına ilişkin ilk yazılı belge

 

Tarihte kadın  haklarına ilişkin ilk yazılı belge 1791 tarihli “Declaration des droits de l’femme et du citoyen” “Yurttaş ve Kadın Hakları Beyannamesidir.”

 

Bilindiği gibi, 1789 Fransız devriminin başarıya ulaşmasının ardından hazırlanan “Yurttaş ve İnsan Hakları Beyannamesi” ile Fransa’da eşitlik, özgürlük prensipleri kabul edilmiştir. Ancak, eşitlik özgürlük mücadelesine destek veren devrimci kadınlar,  Beyannamenin kadın yurttaşlara eşit haklar getirmediğini fark etmişler, “kadınlar suç işlediklerinde yurttaş olarak giyotine gönderiliyorsa, yurttaş olarak kürsüye çıkma, siyaset yapma hakları da olmalıdır” demişlerdir. Eşitlik, özgürlük prensiplerinin kadınlar için de tanınmasını sağlamak üzere “Yurttaş ve Kadın Hakları Beyannamesini” hazırlayan üç devrimci kadın devrim mahkemesi kararıyla giyotinle idama mahkum edilmiştir. Suçları, “Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirisini” kaleme almaları ve siyaset yapmak istemeleriydi. Devrim Mahkemesince verilen kararın gerekçesinde “kadınların doğasına aykırı talepte bulundukları, bu nedenle cezalandırıldıkları, bunun diğer kadınlara da örnek olması gerektiği..” yazılmıştı. Fransa’da hakları uğruna can veren kadınlar, siyasi haklarını, seçme ve seçilme haklarını ancak 1945 yılında elde edebilmişlerdir.

 

Henüz ‘BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’, ‘İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’, ‘Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW)’ gibi uluslar arası Sözleşmelerin dünya gündeminde bile olmadığı bir dönemde, Türkiye’de Atatürk’ün önderliğinde yapılan devrimlerle kadınlara eşit yurttaşlık hakları Medeni Kanunla 1926 yılında ve Anayasada yapılan değişiklikle siyasette eşit seçme ve seçilme hakkı 1934 yılında verilmiştir.  Ancak, bu doğru başlangıç devam ettirilememiştir. Bu nedenle, ülkemizde uluslararası sözleşmelerin onaylanması ve uygulanması önem taşımaktadır.

 

İnsanlığın ve devletlerin büyük yıkıma uğradığı 2. Dünya Savaşı bittikten sonra barışın, insan haklarının evrensel bir değer olarak ele alındığını görüyoruz. Savaş sonrasında, dünyada barışın ve topyekun kalkınmanın sağlanması, her türlü eşitsizliğin kaldırılması amacıyla uluslararası ve bölgesel teşkilatlar kurulmuştur. En geniş kapsamlısı 1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilatıdır. BM Antlaşmasının “temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkeklerle kadınların ve büyük uluslarla küçük ulusların hak eşitliğine” şeklinde belirtilen Başlangıç bölümünde ve ayrıca antlaşmanın 1, 13 ve 55. maddelerinde cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılamayacağı vurgulanmıştır.

 

Birleşmiş Milletlerce 10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”nde ve 1950 tarihli “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”nde bütün insanların ırk, dil, din, cinsiyet ayrımı yapılmaksızın temel hak ve özgürlüklerden eşit olarak yararlanması kabul edilmişse de, tarih boyunca hakim olan ataerkil zihniyet, “insan hakları” kavramının adeta erkeklere özgü olmasına, kadınların eşit haklara tam anlamıyla ulaşamamasına yol açmıştır.

 

Kadının İnsan Hakları Sözleşmesi (CEDAW)

 

1970’lerden sonra uluslararası alanda kadın erkek eşitliğinin demokratik hukuk devletlerinin temel ilkesi olduğu benimsenmiş ve evrensel insan haklarının vazgeçilmez, ayrılmaz ve bölünmez bir parçası olduğu önemle vurgulanmıştır. 1993 BM İnsan Hakları Komitesi Viyana Konferansında “kadın hakları insan haklarıdır” kavramı kabul edilmiştir.  Daha sonra aynı ilkeye 1995 Pekin Sonuç Bildirgesinin 14. maddesinde de yer verilmiştir. Böylece kadın hakları ihlallerinin özde insan hakları ihlali olduğu tescil edilmiştir. Günümüzde kadınların insan hakları, artık insan haklarının ayrılmaz ve bölünmez bir ögesi olarak kabul edilmekte ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW) başta olmak üzere birçok uluslararası sözleşmede, yönergede ve tavsiye kararlarında özel olarak düzenlenmektedir.

 

 

Uluslararası alanda, özellikle kadın araştırmaları alanında İngilizce adının baş harflerinden oluşan CEDAW olarak anılan Sözleşme, dünya nüfusunun yarısı olan kadınların insan hak­larına odaklanması nedeniyle diğer insan hakları sözleşmeleri arasında özel ve önemli bir yere sahiptir. Şubat 2018 tarihi itibariyle 189 ülke tarafından onaylanmış bulunmaktadır. ABD, Sözleşmeyi (1980) imzalayan ancak onaylamamış olan tek ülkedir.

 

Sözleşmede temel insan hakları, insan onur ve değeri esas alınarak, Başlangıç bölümünde ifade edildiği gibi, “ayrımcılığın her şeklinin insan onurunu zedelediği” kabul edilmiştir. Otuz maddeden oluşan Sözleşme, taraf devletlerin cinsiyete dayalı ayrımcılığın, engelleme veya kısıtlama­nın kaldırılması için medeni durumlarına bakılmaksızın tüm kadınlara kar­şı ayrımcılığı kaldırmak üzere kararlı bir politika izlemelerini öngörmektedir.

Sözleşme’nin Amacı

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi’nde “kadınlara karşı ayrım” kavramı birinci maddede tanımlanmış, diğer maddelerde sırasıyla yaşamın her alanında her türlü ayrımcılığın kaldırılması amacıyla ve kadın erkek eşitliğinin sağlanması hedefine ulaşılıncaya kadar taraf devletlere kararlı bir eşitlik politikası izlemeleri önerilmiştir.

 

Sözleşme’nin birinci maddesinde yer alan tanıma göre

kadınların medeni durumlarına bakılmaksızın, kadın erkek eşitliğine dayalı olarak yaşamın her alanında insan haklarının

  • tanınmasını; kullanılmasını; yararlanılmasını
  • engelleyen veya ortadan kaldıran
  • cinsiyete dayalı olarak yapılan herhangi bir ayrım; dışlama veya sınırlama

bu Sözleşme hükümleri açısından “kadınlara karşı ayrım” olarak kabul edilmiştir.

 

Sözleşme’de “kadınlara karşı ayrım” tanımına ayrıntılı bir şekilde yer verildikten sonra, bu ayrımcılığın kaldırılması için özellikle siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel olmak üzere bütün alanlarda kadının tam gelişmesini ve ilerlemesini sağlamak, insan hakları ve temel özgürlüklerden erkeklerle eşit olarak yararlanmalarını ve bu hakları fırsat eşitliği çerçevesinde kullanmalarını güvence altına almak amacıyla, taraf devletlerce başta Anayasa, Medeni Kanun, Ceza Kanunu, İş Kanunu olmak üzere her türlü hukuki düzenlemeler ile kadın haklarının korunması için kurumların oluşturulması da dahil olmak üzere bütün uygun önlemlerin alınması önerilmektedir (md.3).

 

Görüldüğü gibi, Sözleşmenin hareket noktası kadın ile erkek arasında yaşamın her alanında var olan  her türlü ayrımcılığın kadınların medeni durumlarına bakılmaksızın kaldırılmasıdır.

 

Sözleşme’nin İçeriği

 

Sözleşme, ayrımcılık içeren tüm yasaların  değiştirilmesi; eşitliğin yaşama geçirilmesi ve cinslerin birbirine üstünlüğü veya ikincilliği üzerine kurulmuş tüm gelenek, görenek, örf ve adetin ortadan kaldırılması için özel önlemler alınmasını öngörülmektedir.

 

Sözleşme’nin 4. maddesinde; kadın erkek eşitliğini olgusal olarak (de facto) sağlamak  eşitliğin yerleştirilmesini hızlandırmak amacıyla uygulamada taraf devletlerce alınacak “geçici ve özel önlemlerin” bu Sözleşme’de belirtilen cinsten bir ayrım olarak düşünülmeyeceği kabul edilmiştir. Bu maddeyle amaçlanan sadece yasal (de jure) eşitlik değil, eşit hakların kullanılabilmesine olanak verecek olan fırsat eşitliği politikaları uygulamaktır. Bunu sağlayacak yol ise, kadınların eşitsiz konumda olmalarına yol açan tarih boyunca süregelen adaletsizlikleri ortadan kaldırıncaya kadar olumlu ayrımcılık politikaları  uygulamaktır. Olumlu ayrımcılık, özellikle kadınların belirgin bir biçimde geri bırakıldığı alanlara girebilmeleri için bir eşik oluşturmaktır, örneğin siyasette cinsiyet kotası koymaktır. Kotalar belli meslek, eğitim kurumları, iş kademeleri veya karar mekanizmaları ya da siyasi partilere eşit olarak katılımı gerçekleştirmek için konulabilir. Sözleşme’nin 4. maddesinde yer alan hükme göre, taraf devletlerce cinslerarası olgusal eşitlik sağlanıncaya kadar, örneğin kadınların az sayıda temsil edildikleri alanlarda gerçek eşitlik sağlanana kadar, öncelikli olarak alınmalarını temin edecek geçici ve özel önlemler alınacağı, fırsat eşitliği ve olgusal eşitlik amaçlarına ulaşıldığı zaman da bu uygulamaya son verileceği öngörülmektedir.

 

Sözleşmenin 5. maddesi, ayrımcılığa yol açan “kadının medeni durumunun yarattığı” engellerin kaldırılması amacıyla düzenlenmiştir. Bu nedenle, anneliğin tüm sorumluluğunun kadına ait olmadığı; çocukların yetiştirilmesi ve gelişiminde kadın ve erkeğin ortak sorumluluğunu tanıyan anlayışa dayalı bir aile eğitiminin yaygınlaştırılması gerektiği kuralına yer verilmiştir.

 

Sözleşmenin diğer maddelerinde, siyasette (md. 7); uluslararası düzeyde temsilde (md. 8); vatandaşlığın kazanılmasında (md. 9); eğitimde (md.10); çalışma yaşamında (md.11); aile planlaması ve sağlık hizmetlerinden yararlanmada (md.12); kırsal kesim kadınlarının sorunlarının çözümünde (md.14); yasa önünde eştilikte (md. 15); evlilik ve aile ilişkilerinde (md.16) kadınlara karşı ayrımcılığın kaldırılması, erkeklerle eşit haklara ve konuma ulaşmalarına yönelik ayrıntılı düzenlemeler yapılmıştır.

 

Taraf devletler, Sözleşme’nin uygulanmasındaki gelişmeleri izlemekle görevli olmak üzere Sözleşmenin 17. maddesi gereğince kurulan Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Kaldırılması Komitesi’ne her dört yılda bir Sözleşme hükümlerine etkinlik kazandırmak ve kaydedilen ilerlemeleri açıklamak amacıyla yasal, idari ve adli alanlarda aldıkları önlemlere ilişkin Ülke Raporu sunarlar (md.18).

 

Türkiye, Sözleşme’yi 1985 yılında onaylamış ve katılma belgesi Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine tevdi etmiştir. Katılma belgesi 20 Aralık 1985 tarihinde tevdi edilirken Sözleşme’nin 9. maddesinin 1. fıkrasına; 15. maddesinin 2. ve 4. fıkralarına; 16. maddesinin 1. fıkrasının c, d, f, g bentlerine ve ayrıca 29. maddesinin 1. fıkrasına  çekince konulduğu  bildirilmiştir. Böylece Sözleşme uluslararası hukuk açısından 27. maddenin 2. fıkrası gereğince katılma belgesinin tevdi tarihinden sonraki 30’uncu gün olan 19 Ocak 1986 tarihinde ülkemizde yürürlüğe girmiştir.

 

Türkiye’nin koymuş olduğu çekinceler Dışişleri Bakanlığı’nca 29 Haziran 1999 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine gönderilen yazı ile kaldırılmıştır.

 

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi’nin ülkemizde yürürlüğe girmesinden sonra kadın erkek eşitliği için özel politikalar oluşturulmasına hız verildiği, ulusal mekanizmaların kurulduğu, akademik alanda kadın araştırmalarının ana bilim dalı olarak yaygınlaştığı, kadın kuruluşlarının işbirliği yaparak daha etkili bir baskı grubu oluşturmaya başladığı görülmüştür. Örneğin, 1999 yılında kurulan TÜBAKKOM (Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu) her il Barosunda kadın avukatlar halkı yasal haklar konusunda bilgilendirmekte ve özellikle adli yardım aracılığıyla hak arama yolunda kadınlara destek oluşturmaktadır.

 

Hukuk alanında yasalarda kadın erkek eşitliğine aykırı hükümler değiştirilmiş ve Anayasa, Medeni Kanun, TCK, İş Kanunu başta olmak üzere temel yasalar kadının insan hakları dikkate alınarak düzenlenmiştir. Eşit hakların yaşama geçirilmesini destekleyecek kurumsal yapılanmalar oluşmuştur.

İhtiyari Protokol

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi’ne taraf olan devletler, ülkelerinde kadınlara karşı her türlü ayrımı gecikmeksizin ortadan kaldıracak politikalar izlemeyi, yaşamın bütün alanlarında kadının tam gelişmesini, ilerlemesini sağlamayı ve kadınların insan hakları ve temel özgürlüklerden erkeklerle eşit olarak yararlanmasını güvence altına almayı, bunun için de yasal düzenlemeler dahil bütün uygun önlemleri almayı taahhüt etmişlerdir. Ancak, Sözleşme’de Taraf Devletlerin bu taahhütlerini yerine getirip getirmediklerini denetleyecek ve bir ülkede ayrımcılıktan zarar gören yurttaşların haklarını aramak üzere başvuruda bulunabilecekleri bir denetim mekanizmasına  yer verilmemişti.

1993 tarihinde BM İnsan Hakları Komisyonu’nun Viyana’da yapılan toplantısı sonucunda kabul edilen Viyana Deklarasyonu ve Eylem Programında, Sözleşmeye ek bir Protokol hazırlanması gerektiği önemle vurgulanmıştır. Ayrıca, 1995 yılında düzenlenen IV. Dünya Kadın Konferansında alınan kararla, Komitenin sorumluluk ve yetkileri genişletilmiş, ayrıca Komite’yi ayrımcılığa karşı Birleşmiş Milletlere bireysel başvuru mekanizmasını ihdas edecek bir İhtiyari Protokol’ü hazırlamakla görevlendirmiştir.

Sözleşme’nin taraf ülkelerce yaşama geçirilmesinin etkin denetimi için Kadının Statüsü Komisyonu ve Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Kaldırılması Komitesi tarafından hazırlanan ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca 6 Ekim 1999 tarihinde kabul edilerek 2000 yılında yürürlüğe giren ve Şubat 2018 itibariyle 106 ülkenin onayladığı İhtiyari Protokol ile Komite’ye kapsamlı denetim yetkisi ve görevi verilmiştir.

 

Türkiye, İhtiyari Protokolu 8 Eylül 2000 de imzalamış ve 30.7.2002 tarih – 4770 sayılı Kanunla onaylamıştır.

İç hukuk yolları tüketildikten sonra Sözleşmede yer verilmiş olan hakları ihlal edilen kadınlar CEDAW Komitesine bireysel başvuruda bulunabilirler. İhtiyari Protokolun Türkiye tarafından onaylanmış olması kadın hakları açısından önemli bir kazanımdır.

 

İhtiyari Protokol iki prosedürü içermektedir.

Birincisi, kadınların bireysel olarak veya grup halinde, Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Kaldırılması Komitesine (CEDAW Komitesi), haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle başvuruda bulunmasına olanak veren iletişim prosedürü (communication procedure);

 

İkincisi, Komite’ye tehlikeli ya da sistematik kadın hakları ihlalleri hakkında yapılan başvurularla ilgili araştırma, soruşturma ve gerektiğinde ayrımcılığın kaldırılması konusunda taraf devlete öneride bulunma yetkisi veren araştırma prosedürü‘dür (inquiry procedure).

 

Her iki prosedürün işletilebilmesi için, söz konusu devletin öncelikle Sözleşme’ye ve Protokol’e taraf olması gerekir. Bu Protokol’e taraf olan devletler, Protokol’ün 1. maddesi  hükmünce, Komite’nin başvuru kabul etmek ve yapılmış olan başvuruları değerlendirmek – araştırmak yetkisini kabul edeceklerdir (md.1).

 

Komite, yapılan yazılı başvuruyu, haklarının ihlal edilmesi nedeniyle mağduriyetini bildiren bireyin (ya da bireyler grubunun) kendi ülkesinde mümkün olan bütün hukuki yolların tüketilmiş ve olumlu çözüme ulaşılamamış ve bunun kesinleşmiş olması halinde inceleyecektir (md.4/1).

Komiteye yapılan bireysel başvuruların incelemeye alınmasının ön koşulu, iç hukuk sürecinde “dava dilekçelerinde” Kadınlara Karşı her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılmasından Sözleşmesinde yer alan bir hakkın ihlal edildiğinin  belirtilmiş olmasıdır.

Türkiye’den İhtiyari Protokola dayanılarak iki bireysel başvuru yapılmış ve karara bağlanmıştır.

Birincisi, türbanla derse girmek istediği ve bu nedenle görevinden uzaklaştırıldığı için ayrımcılık iddiasıyla şikayet eden bir öğretmenin (R.Kayhan) başvurusudur. BM Kadının Statüsü Komitesi Ocak 2006 oturumunda Türkiye’den İhtiyari Protokol çerçevesinde  yapılmış olan bu kisişel  başvuruyu karara bağlamıştır.  CEDAW  Komitesi, şikayetçinin iç hukuk yollarını kullanırken, Türkiye’deki yargı sürecinin  hiçbir aşamasında ‘kadınlara karşı ayrımcılık’ iddiası öne sürmediğini, bu iddiayı ilk defa CEDAW’a başvururken kullandığını belirterek, iç hukuk yollarının tüketilmemiş olduğu kararına varmış, başvuruyu bu nedenle reddetmiştir.

 

CEDAW Komitesi böylece bu ve benzer durumlar için yeni başvurulara
ilişkin olarak da içhukuk yollarının bu biçimde tüketilmiş olması
şartını arayacağına işaret etmiştir.

 

Karar bu açıdan yol göstericidir; ulusal yargı sürecinde öncelikle Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesine dayanılması gerekmektedir.

 

İkincisi, kuaförde çalışan bir kadın, iş sözleşmesinin cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılarak feshedildiği iddiasıyla ilettiği başvurudur. Başvurucu, Sözleşmeden doğan hakkının  ihlali nedeniyle mağdur olduğunu ileri sürmüş, ulusal mahkemeler önünde Türkiye’nin Sözleşme’nin tarafı olduğunu ve Anayasa madde 90 uyarınca Sözleşme’nin iç hukukun bir parçası olduğunu ancak mahkemeler tarafından uygulanmadığını eklemiştir.

 

Komite, ileri sürülen bilgiye ve taraf Devletin herhangi bir itirazı olmamasına dayanarak başvurucunun mevcut tüm iç hukuk yollarını tükettiği ve İhtiyari  Protokol madde 4, paragraf 1 gereklerini karşıladığını kabul etmiştir. Komite, başvurucunun yasal eksikliği değil ve fakat toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinin uygulamaya geçirilmediğini iddia ettiğini ve taraf Devletin, kadınların haklarının erkeklerle eşitlik temelinde hukuken korunmasını tesis edemediğini ve kadınların herhangi bir ayrımcılık eylemine karşı ulusal mahkemler tarafından etkili bir şekilde korunmasını sağlayamadığını belirtmiştir.

 

Komite esastan yaptığı inceleme sonucunda, taraf Devletin İş Kanunu’nda düzenlenen eşit davranma ilkesininin uygulamaya geçirilmesini ve kadınların cinsiyet temelli herhangi bir ayrımcı muameleye karşı etkili olarak korunmasını sağlamayarak Sözleşme madde 1 ile bağlantılı olarak madde 2, paragraf (a) ve (c )’deki yükümlülüklerini ihlal ettiğini kabul etmiştir.

Komite, Sözleşme’nin tam anlamıyla uygulanabilmesi için taraf Devletlerin sadece doğrudan ve dolaylı ayrımcılığı ortadan kaldırılmasına ve kadınların fiili durumunun iyileştirilmesine yönelik adımları atmasının değil aynı zamanda, ayrımcılığın kaynağı ve sonucu olan toplumsal cinsiyet kalıplarının düzeltilmesi ve dönüştürülmesi ve yanlış toplumsal cinsiyet kalıplarının ortadan kaldırılması gerektiğini vurgulamıştır.

 

Komite, 13 Nisan 2012 tarihli kararında:

 

  1. Başvurucuya ilişkin olarak:

İş Kanunu madde 5 uyarınca yeterli tazminat da dahil olmak üzere uygun giderimin sağlanması;

(b) Genel olarak:

– Kadınların istihdam alanında cinsiyet temelli ayrımcılığa karşı etkili bir şekilde korunmasını sağlamak için İş Kanunu 5. maddenin ve Sözleşme’nin pratikte uygulanması;

–  Kalıplaşmış önyargıların karar vermeyi etkilememesi için yargıçlar, avukatlar ve yasa uygulayıcılar için Sözleşme, İhtiyari Protokolü ve genel tavsiye kararları konusunda toplumsal cinsiyet duyarlı ve düzenli eğitim verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Komite, bir başvuruyu inceledikten sonra verdiği kararların, aynı zamanda taraf devletin Sözleşme’nin 18. maddesi uyarınca dört yılda bir sunmakla yükümlü olduğu Ülke Raporunda tüm ayrıntılarıyla yer vermesini isteyebilir (md. 9).

 

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmeleri

 

Çalışma yaşamında kadınların eşit haklara sahip olması, aile ve iş yaşamının uyumlaştırılması için ILO tarafından düzenlenen Sözleşmeler ve tavsiye kararları Türk Hukuku açısından önemli hukuki dayanaklardır.

ILO tarafından benimsenen ilkelere göre, bir ülkenin “gelişmiş” olarak kabul edilmesinin en önemli göstergelerinden biri, o ülkedeki KADINLARIN ekonomik ve sosyal hayata erkeklerle eşit oranda ve etkin bir şekilde katılıp katılmadığı, refahtan kendi payına düşeni ne oranda aldığıdır.

 

Kadınların ekonomik ve sosyal hayata katılımında en önemli kriterlerin başında ise kadın istihdamı oranı gelmektedir.

 

1919’da imzalanan Versay Anlaşmasında öngörülen Milletler Cemiyeti ile ortaya çıkan Uluslararası Çalışma Örgütü’nün kuruluşundaki temel amaç, Birinci Dünya Savaşından sonra giderek büyüyen sorunlara yönelik sosyal reform niteliğinde çözümler bulmak ve reformların uluslararası düzeyde uygulanmasını sağlamaktır.

 

ILO, Birleşmiş Milletler’in (BM) ilk uzmanlık kuruluşu olarak 1946 yılından beri çalışmalarına devam etmektedir.

 

Kadınların çalışma yaşamındaki durumlarına ilişkin

Türkiye’nin taraf olduğu temel ILO Sözleşmeleri şunlardır:

 

Yukarıda örnek olarak verilen Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmelerinde kabul edilen hükümlere İş Kanunu ve ilgili hukuki düzenlemelerde yer verilmiştir.

Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 1993 tarihli Bildirge  

Kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet tarih boyunca var olduğu halde şiddet olarak algılanmamış, farkındalık oluşmamıştı. İnsan haklarından kadınların eşit olarak yararlanması ve yasalarda, yaşamda var olan ayrımcılıkların kaldırılması amacıyla 1979 yılında kabul edilen (CEDAW) Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinde yaşamın her alandaki kadın sorunu ele alındığı halde, aile içi “kadına yönelik şiddet” konusunda açık bir düzenlemeye yer verilmemişti. O tarihlerde şiddet henüz bir sorun olarak ele alınmamış, dile getirilmemişti. Oysa, aile içi şiddet olayları yaşanmaktaydı ve özellikle kadınların insan haklarını kullanmasının önünde önemli bir engel olarak devam etmekteydi.

BM Kadının Statüsü Komitesinin Ocak 1992 tarihli Oturumunda alınan 19 sayılı Genel Tavsiye Kararında: “..Cinsiyete dayalı şiddet, kadının, kadın erkek eşitliğine dayanan haklarını ve özgürlüğünü zedeleyen bir ayrım biçimidir. Üye devletlere, aile içi şiddete ve her türlü cinsel istismara, tacize, tecavüze karşı tüm kadınları koruyacak, onların onuruna saygı gösterecek yasaları çıkarmaya; taraf devletlerin, kadınlara karşı şiddetin sürdürülmesine neden olan davranışların, örf ve adetlerin ve uygulamaların niteliği ve yaygınlığı ile bunların sonucu olan şiddet türlerini Komiteye verdikleri “Ülke Raporlarında” belirtmeyi tavsiye eder” denilmiştir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin kabul edilen ilk belge 20 Aralık 1993 tarihli “Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge”dir. BM Ekonomik ve Sosyal Konseyin 30 Mayıs 1991 tarih ve 18 sayılı kararıyla, kadınlara karşı şiddet sorununu özel olarak ele almak üzere bir uluslararası belge hazırlanması önerilmiştir. Ayrıca, 1992 yılında Cenevre’de toplanan BM İnsan Hakları Komitesi kadına yönelik şiddet konusunu BM Genel Kurulu gündemine taşıyabilmek üzere üye ülkeleri “Kadın Haklarını Çiğnemek İnsan Haklarını Çiğnemektir”; “Kadına Yönelik Şiddet Bir İnsan Hakları İhlalidirbaşlığı altında açılan imza kampanyasına destek vermeye çağırmıştır. Dünyanın her yerinde kadınlara karşı uygulanan şiddet konusunda acilen önlem alınması talebiyle açılan bu imza kampanyası için Türkiye’de 30.000’den fazla imza toplanmıştır. İmza kampanyası İ.Ü. Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezinin koordinasyonunda kadın kuruluşlarıyla işbirliğiyle yürütülmüştür.

Birleşmiş Milletlerin 20 Aralık 1993 tarihli Genel Kurul gündemine alınan “Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge” oylamaya başvurulmaksızın kabul edilmiştir. Bildirgede; şiddetin önlenmesi, failin cezalandırılması ve şiddete uğrayanın korunması konusunda Devletlere düşen sorumluluklar ve görevler ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Devletlerin iç hukuklarında Ceza, Medeni ve İş Kanunu başta olmak üzere ilgili kanunlarda düzenleme yapılması ve uygulamaya geçirilmesi, bu konuda STK’larla işbirliği yapılması” öngörülmüştür. Ayrıca, şiddete uğrayanların güvenliği ve fiziksel ve psikolojik tedavisi için Hükümet bütçesinde yeterli ödenek ayrılması da önemle vurgulanmıştır.

Bildirgenin 1. maddesinde “kadınlara karşı şiddetin tanımı” yapılmış; 2. maddede şiddete ilişkin örnekler verilmiş; 4. maddede ise kadına yönelik şiddetin önlenmesi için devletlerin sorumluluklarına ayrıntılı bir şekilde yer verilmiştir. Bildirgede kadınlara yönelik şiddet, fiziksel şiddet ile sınırlanmamış, şiddet korkusu nedeniyle kadınları sindiren her türlü eylemi kapsayacak şekilde geniş tutulmuştur.

 

Bildirge, hukuki bağlayıcılığa sahip olmadığı halde, kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi açısından içerdiği ilke ve kurallarla, devletlerin iç hukuklarında düzenleme yapılması bakımından itici güç olmuştur. Örneğin, Avusturya’da 1997 yılında, Almanya’da 2002 yılında şiddetle mücadele yasaları “Gewaltschutzgesetz” çıkarılmıştır. Türkiye’de 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun” 14.1.1998 tarihinde kabul edilmiş ve 17.1.1998 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Ayrıca, AB’ye uyum sürecinde 20 Mayıs 2003 tarihinde İş Kanunu’nda yapılan değişiklikle, İş K. 24. maddesinde “iş yerinde cinsel tacizin” çalışanın iş sözleşmesini feshi için haklı neden oluşturduğu kabul edilmiştir. Bilindiği gibi, ülkemizde kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele açısından Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesini onaylamasının ardından 2012 yılında 6284 sayılı kapsamlı bir yasa çıkarılmıştır.

Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi

ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi

İstanbul Sözleşmesi

 

 

Şiddetle mücadele için Avrupa Konseyince atılan en önemli adım 2011 yılında imzaya açılan İstanbul Sözleşmesinin düzenlenmesi olmuştur. Daha önceki yıllarda şiddetin önlenmesine yönelik birçok kampanya ve uygulama yapılmış, kararlar alınmıştır. Örneğin, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesince 30 Nisan 2002 tarihinde kabul edilen Rec(2002) 5 No.lı Tavsiye Kararında, aile içi şiddetin ve kadına karşı şiddetin önlenmesi yöntemlerine ayrıntılı olarak yer verilmiştir. Tavsiye Kararında ve ekinde *toplumda bu konuda farkındalık yaratılması;  *polis, adli tıp, sosyal hizmetler alanında çalışanların ve yargı mensuplarına konuyla ilgili meslek içi eğitim verilmesi; *şiddet mağdurunun güvenliğinin korunması için sığınaklar açılması, *çocuk yaşta evliliklerin önlenmesi, *medyanın desteğinin alınmasına ilişkin düzenlenmeler yapılmıştır.

 

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesince 28 Haziran 2006 tarihinde kabul edilen “Kadınların Şiddete Karşı Korunmasına İlişkin Tavsiye Kararında” (R 1512) başta şiddetin önlenmesi, mağdurun korunmasına, yargıçların bu konuda eğitimi için yapılması gereken programlara ayrıntılı bir şekilde yer verilmiştir.

 

Birleşmiş Milletler ile Avrupa Birliği 10 Ekim 2008 tarihinde Brüksel’de yapılan toplantıda kadına yönelik şiddeti etkin bir şekilde önlemek üzere acil eylem planları yapılması çağrısında bulunmuşlar ve bunun “Şiddete Hayır – Say No to Violence” imza kampanyası ile desteklenmesine karar vermişlerdir.

 

2008 yılında hem Birleşmiş Milletlerde hem de Avrupa Konseyinde kadına yönelik şiddete son verilmesini sağlamak amacıyla önemli adımlar atılmıştır. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komitesi, kadına yönelik şiddetle mücadele ve mağduru koruma önlemlerini geniş çerçevede ele alan, bağlayıcı ve yaptırım içeren bir uluslararası veya Avrupa çapında bir sözleşme düzenlenmesi çağrısında bulunmuştur.

 

Haziran 2009’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ilk kez bir devleti (Türkiye’nin) aile içi şiddet konusunda gerekli tedbirleri almamak ve kadın mağduru koruyamamaktan dolayı tazminat ödemesine karar vermiştir. AİHM’in oybirliği ile verdiği OPUZ kararı, 47 ülke için emsal oluşturacaktır. Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yaşama hakkını güvenceye alan (2. Madde), işkence ve insanlık dışı ve fena muamele yasağını düzenleyen (3. Madde) ve her türlü ayrımcılığı yasaklayan (14. Madde) üç ayrı maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir.

Avrupa Konseyi çalışmalarını tamamladığı yaptırım gücü olan “Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşmesini” Bakanlar Komitesinin 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da yapılan toplantısında imzaya açmıştır.  Sözleşme, İstanbul’da imzaya açılmış olması nedeniyle İstanbul Sözleşmesi olarak anılmaktadır. Sözleşme, uluslararası hukukta kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet konusunda yaptırım gücü olan ilk Sözleşme niteliği taşımaktadır.

 

 

 

 

 

 

İlk defa bağlayıcı ve kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin insan hakları ihlali olduğunun vurgulandığı bu sözleşmede, ayrıca bağımsız bir izleme mekanizması kurulması kabul edilmiştir. Sözleşmede, şiddetin kadın erkek eşitsizliğinin bir sonucu olduğu, kadına cinsiyeti nedeniyle şiddet uygulandığı vurgulanmıştır. Sözleşme, hem CEDAW’ın güçlenmesine hem de CEDAW’da düzenlenen ayrımcılığın kaldırılmasına eşitliğin sağlanmasına destek oluşturacak niteliktedir. Türkiye, imzaya açılma töreninde 13 ülkenin imzaladığı Sözleşmeyi imzalayan ve onaylayan ilk ülke olmuştur.  Sözleşmenin 75. md. 2. fıkrası hükmü uyarınca, en az sekizi Avrupa Konseyi üyesi olan on Devlet tarafından onaylanmasından sonra 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Sözleşme, medeni haline bakılmaksızın tüm kadınların şiddetten ve şiddet tehlikesinden, ısrarlı takipten korunmasını kapsamakta, mağdurların haklarını korumaya yönelik önlemlerin alınmasında cinsel kimlik, cinsel yönelim de dahil olmak üzere hiçbir ayrımcılık yapılmamasını öngörmektedir.

Sözleşmenin tanımlar maddesinde “kadına yönelik şiddetin” ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik acı ve ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayalı her türlü eylem veya bu eylemlerle tehdit etme anlamına geldiği; bir insan hakları ihlali olduğu ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olduğu düzenlenmiştir.

Sözleşmenin 3. maddesinde “toplumsal cinsiyet” tanımı yapılmıştır. “Toplumsal cinsiyet : kadınlar ve erkekler için toplum tarafından uygun görülen ve sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, eylemler ve nitelikler anlamına gelir” denildikten sonra “kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin, kadına kadın olmasından dolayı uygulanan ve kadınları orantısız biçimde etkileyen şiddet anlamına geldiğine” açık ifadelerle yer verilmiştir. Ancak, bu tanıma 8 Mart 2012 tarihinde TBMM’de kabul edilen 6284 sayılı “Ailenin Korunmasına ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”da yer verilmemiştir.

Sözleşmede, şiddetle mücadele için ilgili tüm kurum ve kuruluşların etkili işbirliği yapması, tedbirlerin uygulaması sürecine sivil toplumun da dahil edilmesi ve mali kaynakların ve insan kaynaklarının yeterli düzeyde tahsis edilmesi hükme bağlanmıştır.

 

Sözleşmede, şiddet olaylarına, başvurulara ve alınan önlemlere ilişkin ayrıştırılmış istatistiksel verilerin toplanması ve bunların kurulacak uzmanlar grubuna iletilmesi gereğine yer verilmiştir.

Sözleşmede, yaşanan şiddet olaylarıyla çok yönlü mücadele yanında, şiddetin önlenmesi konusunda özenli bir yol haritası çizilmiş;

  • farkındalığı artırma,
  • uzmanların ve uygulayıcıların eğitimi,
  • önleyici müdahale,
  • tedavi programları,
  • özel sektör ve medya desteğinin alınması,
  • psikolojik ve hukuksal destek hizmetleri,
  • sığınakların kurulması,
  • acil yardım hatlarının açılması,
  • çocuk tanıklar için koruma,
  • bedensel zarar görenlere tazminat,
  • adli yardım hizmetleri gibi konular ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. İzleme mekanizması kurularak (GREVIO adı verilen) uzmanlar grubunca Sözleşmenin taraf devletlerce uygulanması izlenecek olması, Sözleşmenin yaptırım gücünü etkinleştirecektir.

Özetle, şiddetin önlenmesi konusunda bir yol haritası çizilen Sözleşmede, farkındalığı artırma, uzmanların ve uygulayıcıların eğitimi, önleyici müdahale, tedavi programları, özel sektör ve medya desteğinin alınması, psikolojik ve hukuksal destek hizmetleri, sığınakların kurulması, acil yardım hatlarının açılması, çocuk tanıklar için koruma, bedensel zarar görenlere tazminat, adli yardım hizmetleri, veri toplama ve araştırma, mültecilerin ve sığınmacıların şiddetten korunması gibi konular ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

 

İzleme Mekanizması (GREVIO)

Sözleşmenin yaptırım gücünü ve bağlayıcılığını destekleyen en önemli yanı, getirdiği izleme mekanizmasıdır (md. 66). Sözleşmenin Taraf Devletlerce tam anlamıyla uygulanmasını sağlamak üzere, Avrupa Konseyi bünyesinde, “Kadına Yönelik ve Aile İçi Şiddete Karşı Mücadelede Uzmanlar Grubu” (GREVIO) adıyla bir izleme mekanizması kurulmuştur. Türkiye’den uzmanlar grubuna aday gösterilen Prof. Dr. Feride Acar,  GREVIO Başkanlığına seçilmiştir.

GREVIO, Sözleşmenin uygulanmasını izleme-denetleme amacıyla yanıt verilmesini istediği soruları[3] taraf devletlere göndermiştir. Türkiye yanıtlarını 3 Temmuz 2017’de sunmuştur.[4] CEDAW Komitesi için Gölge Raporu hazırlanmasında olduğu gibi, kadına yönelik şiddet konusunda da yoğun mücadele veren kadın kuruluşları, Uzmanlar Grubu GREVIO’ya sorular çerçevesinde şiddetle mücadelede yaşanan olumsuzlukların da yer aldığı “gölge” raporlar göndermişlerdir.

Türkiye’nin 2017 – 2018 yıllarında izleme sürecindedir, GREVIO üyeleri resmi raporu ve STK’lardan gönderilen raporları incelemektedir. 2018 yılı içerisinde GREVIO Türkiye Raporunu yayınlayacak ve varsa yasalarda eksikliklerin ve uygulamadaki aksaklıkların giderilmesini önerecektir.

CEDAW 35 No.lu kadına yönelik şiddetin önlenmesine dair Genel Tavsiye

 

BM’de yeni bir düzenleme: CEDAW Komitesi Kadınlara Yönelik şiddet konulu 19 no’lu Genel Tavsiyesini güncelleyen ve 25 yıllık deneyim ve uygulamaları gözönünde tutarak hazırlanan  ‘Kadınlara Yönelik Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddet’ konulu yeni bir ‘Genel Tavsiye’ kabul etti. Birleşmiş Milletlerde Temmuz 2017’de yayınlanan Genel Tavsiye No.35, daha önce kadına yönelik şiddet konusunda ilk belgelerden olan Genel Tavsiye 19 (1992)’un  temel yaklaşımını terketmeden son 25 yılda dünyada kadınlara yönelik şiddet konusunda gözlenen çeşitli eğilim ve gelişmeleri de gözeterek hazırlanmıştır.  Bu yeni belge bundan böyle CEDAW Sözleşmesine taraf olan devletlerin kadınlara yönelik şiddet konusundaki raporlarının incelenmesinde esas alınacaktır.

Bu bağlamda Genel Tavsiye 35’in en çarpıcı yönlerinden biri de artık kadınlara yönelik şiddeti önlemenin devletler açısından bir uluslararası hukuk normu olarak kabul edildiğini belirtmiş olmasıdır.

Genel Tavsiye 35’in içeriğinde kadınlara yönelik şiddetin bazı durumlarda işkence kabul edilmesi ve özellikle üreme haklarına yönelik kısıtlamaların şiddet kabul edilmesi gibi hususlarda da hayli gelişkin görüş ve öneriler yer almaktadır.

Türkiye’nin taraf olduğu kadının insan haklarına dair uluslararası sözleşmeler, Anayasamızın 90. Maddesine göre ulusal mevzuatın ayrılmaz bir parçasıdır. Özellikle bu konuda çalışan avukatların dilekçelerinde Sözleşmelere değinmeleri yargıçlara da yol gösterecektir. Bu açıdan, yasalarda eşitlik ilkesine uygun düzenleme yapılmasında ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin yaşama geçirilmesinde özellikle yargı sürecinde mağdurun korunması, eşit hakların yaşama geçirilmesi bakımından önem taşımaktadır.

[1]  MEF Ü. Hukuk F. Öğretim Görevlisi, TBB Delegesi.

[2]  MOROĞLU Nazan, Kadının İnsan Hakları Sözleşmesi, XII Levha Yayını, İstanbul, 2009 ve Moroğlu Nazan, Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesinde Avrupa Konseyinden Kararlı Bir Adım, TÜBAKKOM VIII. Kitap, TBB yay., 2011; s.223-249.

 

[3]http://kadininstatusu.aile.gov.tr/data/542a93c6369dc31550b3ac41/GREVIO%20ANKET_T%C3%9CRK%C3%87E.pdf (erişim tarihi: 25.12.2016)

[4] TC Resmi Raporu:  https://www.coe.int/en/web/istanbul-convention/home/-/asset_publisher/UCakcNXFxO89/content/grevio-receives-the-state-report-for-turkey?_101_INSTANCE_UCakcNXFxO89_viewMode=view/ ; Gölge Rapor : https://m.bianet.org/english/human-rights/188041-bianet-submits-istanbul-convention-shadow-report-to-grevio   (erişim tarihi: 20Ocak 2018).

 

Önceki İçerikGREVIO Değerlendirme Raporu
Sonraki İçerik“Çocuk” “Gelin”