Elif Ergu Demiral ile Kasım 2024 ropörtajı / Oksijen Gazetesi

* Sizi 20’li yaşlarımın hemen başında kadın mücadelesi ortamında tanıdım. Kadın örgütlerinde o dönemde Medeni Kanun, TCK’daki değişiklik talepleri konuşuluyordu. Siz Türkiye’de kadın hukuku konusunda bir öncüsünüz. O günlerden bugünlere en temelde ne değişti? 

Sevgili Elif, kadın hakları ve eşitlik mücadelesi yolunda tanışmamızın üzerinden yirmi yedi yıl geçmiş. 1990’lı yıllarda Medeni Kanun başta olmak üzere temel yasalarda kadınlara karşı ayrımcılık içeren maddelerin değiştirilmesi için mücadele ediyorduk. O yıllarda İstanbul Üniversitesinde kurulmuş olan Kadın Araştırmaları Ana Bilim Dalında yüksek lisans yapıyordum, kadın hukuku alanında ilk akademik çalışma olan Kadının Soyadı hakkında yazdığım tezim yayınlanmıştı.

Kadının soyadı konusu günümüzde de tartışmaların odağında. Bildiğiniz gibi Anayasa Mahkemesi “kadının soyadını düzenleyen madde eşler arası eşitliğe aykırı” dedi ve 28 Nisan 2023 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan iptal kararında, maddenin yeniden düzenlenmesi için dokuz ay süre verdi. Süre dolmasına rağmen hala TBMM’de eşler arası eşitliğe uygun yeni bir düzenleme yapılmadı.

1900’lerin başında yapılan Medeni Kanunların aile hukuku bölümüne o yılların aile düzenine uygun olduğu düşünülen kurallar getirilmişti. Aslında aile içinde kadına ve erkeğe tanınan görev ve sorumluluklar günümüzdeki tanımıyla “kadınlara karşı ayrımcılık” içeriyordu. Yasalardaki ayrımcılıklar da erkek egemen zihniyetin yıllar içinde giderek daha da kökleşmesine yol açtı. 1970’lerde insan hakları, eşitlik, demokrasi açısından yaşanan gelişmeler dikkate alınarak Birleşmiş Milletler tarafından doğrudan “kadının insan hakları” odağında “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi” hazırlandı. 1979 yılında BM Genel Kurulunda kabul edilen Sözleşmede, yasalarda ve yaşamın her alanında medeni durumuna bakılmaksızın kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın kaldırılmasının yol haritası çizildi. Türkiye, Sözleşmeyi 1985 yılında onayladı ve taraf devlet olarak ayrımcılıkların kaldırılmasını taahhüt etmiş oldu. 1990’da Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığının kurulması, kadın sorunlarının akademik araştırma ana bilim dalı olması ve kadın kuruluşlarının dayanışma içinde eşitlik için birlikte mücadele etmesiyle önemli adımlar atıldı. Medeni Kanun, Ceza Kanunu kadın erkek eşitliğine uygun olarak yeniden düzenlendi. Anayasamızın kanun önünde eşitlik maddesine, “kadınlar erkekler eşit haklara sahiptir” cümlesi eklendi ve Devletin eşitliği sağlamakla yükümlü olduğu vurgulandı. Görüldüğü gibi yasalarla sağlanan bu eşitliğin artık yaşama geçirilme zamanıydı. Ancak, Kadın kuruluşları bu eşitliğin tam olarak yaşama geçirilmesi için mücadeleyi sürdürürken, ülke yönetiminde “kadını birey olarak görmeyen” ayrımcı söylem ve eylemlerin yükseldiği bir dönem başladı. Son zamanlarda da görüyoruz ki yine kadın haklarında geri adımlar giderek söylemden eyleme yöneltiliyor. Burada da yine mücadeleyi vurgulamak istiyorum. 9. Yargı paketinde kadının soyadı konusundaki eksik düzenleme bir mücadele sonucu paketten çıkarıldı. İşte biz bu yüzden diyoruz eşitlik için, demokrasi için, laiklik için kazanılmış haklarımıza sahip çıkmak için mücadeleye devam..

* Dünyada 100 yılın 100 öncü kadını arasına girdiniz. Kadınların iyi eğitimli, toplumsal hayatın bir parçası olması Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerindendi. Şu dönemde Türkiye’nin fotoğrafını çektiğinizde ne görüyorsunuz? 

Dünyada 100 yılın 100 öncü kadını listesinde yer aldığım için öncelikle ülkem adına onur duydum. Bu liste 1919 yılında kadınların eğitimine destek oluşturmak amacıyla kurulmuş olan Uluslararası Üniversiteli Kadınlar Federasyonu (GWI) tarafından hazırlanmış. Türkiye’de kadın haklarından söz ederken öncelikle Cumhuriyetimizin kuruluşunu izleyen ilk yıllarda yapılan devrimlerle elde ettiğimiz kazanımları vurgulamak isterim. Atatürk’ün önderliğinde birbiri ardına çıkarılan devrim yasalarıyla, eğitim birliğinin, hukuk birliğinin, toplumsal ve ekonomik kalkınmanın, çağdaş dünyaya uyum sağlamanın temelleri atılırken devrimlerin her aşamasında kadın erkek eşitliği temel ilke olarak benimsenmişti.

Hatta “BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”, “İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi”, “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW)” gibi uluslararası Sözleşmelerin henüz dünya gündeminde bile olmadığı bir dönemde Türkiye’de kadınlara, 1934 yılında milletvekili seçme ve seçilme hakkı verilmesi, o tarihler açısından çok önemli bir yenilikti. Devrim yasalarının yapılmasında da, kadın erkek eşitliğinin yaşama geçirilmesinde de büyük bir kararlılık vardı. Bu kararlılığın somut bir örneğine değinmek isterim.  1924 Anayasası düzenlenirken milletvekili seçme ve seçilme hakkı sadece erkeklere tanınmıştı. 5 Aralık 1934 tarihinde Anayasa’nın bu maddelerinde “kadın, erkek her Türk” şeklinde değişiklik yapılmış ve kadınlara da milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Anayasa’da yapılan bu değişikliklerin uygulamaya geçirilebilmesi için mecliste aynı gün İntihab-ı Mebusan Kanunu’nda da değişiklik yapılmıştır. Anayasa’da ve Seçim Kanununda yapılan her iki değişiklik 11.12.1934 tarihli Resmi Gazetede birlikte ilan edilmiştir. Bu Resmi Gazete Cumhuriyet devrimleriyle kadın erkek eşitliğinin yaşama geçirilmesindeki kararlılığın çok önemli bir örneğidir. Türkiye’de kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakkını ilk kez kullandığı 1935 genel seçimlerinde 18 kadın milletvekili seçilmiştir. Türkiye, parlamentoda kadın temsili oranıyla (%4,6) dünyada ikinci sırada yer almıştır.

Ne yazık ki bu doğru başlangıç devam ettirilemedi, yasalarda günün ihtiyaçlarına uygun değişikliklerin yapılmasında çok gecikildi. Anayasa’da ve yasalarda kadın erkek eşitliği 2000’li yılların başında sağlanabildi. Ancak, Türkiye’nin bu dönemdeki fotoğrafına baktığımızda, özellikle son yıllarda kazanımlarımızdan geri adımların çok hızlandığını görüyoruz. Bunun somut bir örneği, bir insan hakları ihlali olan kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla TBMM’de kanunla onaylanmış olan İstanbul Sözleşmesi’nin 2021 yılında tek imzayla, hukuken yok hükmünde bir kararla feshedilmesiydi. Kadın haklarının temel güvencesi olan laiklik ilkesi yok sayılıyor.  Ataerkil kuşatma, kadını birey olarak görmüyor. Ama kadınlar olarak, kazanımlarımıza sahip çıkmakta çok kararlıyız, mücadeleyi sürdürüyoruz.

* Kadına yönelik şiddet neden artıyor? Bunun temelinde altında hangi nedenler yatıyor? 

Kadına yönelik şiddetin artışı, çok boyutlu bir sorun. Kadınların hem ailede hem toplumsal yaşamın her alanında karar alma süreçlerinde yeteri kadar yer alamaması, ekonomik bağımsızlıklarının olmaması, kadınları şiddete karşı zayıf ve korumasız konuma düşürüyor. Bu sorunun çözülmesi için sadece hukuki düzenleme yapılmış olması tek başına yeterli değil. Şiddetin artmasına neden olan etkenlerden biri de cezaların caydırıcı olmaması.

Eğitim, bu anlamda önemli bir dönüştürücü güce sahiptir. İşte İstanbul Sözleşmesi bu nedenle çok önemliydi. Çok yönlü eğitim modelleriyle şiddeti önlemenin yol haritasını çizmişti. Okul öncesi eğitimden başlayarak eşitlikçi bir zihniyetin yerleştirilmesine ihtiyaç var. Şiddetin bir insan hakları ihlali olduğu konusunda farkındalık, toplumsal duyarlılık oluşturmak, ekonomik güçlendirme gibi çeşitli adımlar atılmalıdır. Bu önlemler alınmadıkça şiddet giderek artıyor.

* Kadına yönelik şiddeti neden önleyemiyoruz? Yasalar neden tam olarak uygulanmıyor? hangi eksikler ve açıklar var? Bunların değişmesi için nelerin değişmesi gerekiyor? 

Bir kez daha vurgulamak isterim. Şiddetin önlenmesi için okul öncesi eğitimden başlayarak eşitlikçi bir zihniyetin yerleştirilmesine ihtiyaç var. Şiddetin bir insan hakları ihlali olduğu konusunda farkındalık ve toplumsal duyarlılık oluşturmak lazım.  Bu adımların atılması, sadece kadınların değil, tüm toplumun daha sağlıklı ve güvenli bir ortamda yaşamasını sağlayacaktır.

Kadına yönelik şiddeti önleyememenin bir nedeni de yasaların tam olarak uygulanmamasıdır. 6284 sayılı yasanın varlığına rağmen, olayın özelliğine göre koruyucu, önleyici tedbir kararlarının verilmemesi ve uygulamada karşılaşılan yetersizlikler nedeniyle şiddet mağdurları korunamıyor. Şiddetin temel nedeni, kadınlara karşı ayrımcılığın devam etmesidir. Geleneksel cinsiyet rolleri ve toplumsal baskılar, kadınları şiddet karşısında sessiz kalmaya zorluyor. Bu durum, şiddeti normalleştiren, adeta katlanılması gereken bir ortam yaratıyor. Bu nedenle, yasal haklarını öğrenen ve kullanan kadınların yargı sürecinde ikincil şiddete dönüşen davranışlarla karşılaşmamalarına özen gösterilmelidir. Yargı organlarının kadına yönelik şiddet davalarında daha hassas ve duyarlı hareket etmeleri sağlanmalıdır. Aslında topyekun toplumsal bir dönüşüm için herkesin sorumluluk alması ve özveriyle çalışması gerekiyor.

* Ne giyerse giysin, evli, bekar, genç yaşlı, neye inandığı nasıl yaşadığı fark etmiyor şehirde de kırsalda da kadına, kız çocuklarına yönelik saldırı, taciz, tecavüz ve kıyımın olmasının önüne geçmenin en temel adımı ne olmalı? 

Sevgili Elif, kadınlara, kız çocuklara yönelik saldırı, taciz, tecavüz, istismar gibi her tür şiddetin önüne geçmek için atılacak en temel adımın toplumsal farkındalık ve eğitim olduğunu düşünüyorum. Eğitimin her kademesinde, insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği ve şiddetin sonuçları hakkında kapsamlı bir bilinçle eğitim verilmelidir. Medya aracılığıyla da bu bilincin desteklenip yaygınlaştırılması önemlidir. Erkekleri de bu sürece dahil etmek, toplumun genelinde olumlu bir değişim yaratabilir. Bu süreçte eğitimden, yasaların uygulanmasından, destek mekanizmalarının kurulmasına kadar geniş bir yelpazede mücadele etmeye ihtiyaç vardır.

* Laiklik ilkesinin kadının toplumsal hayatın bir parçası olması için önemini anlatır mısınız? 

Bir ülkede kadın erkek eşitliği demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur, demokrasinin ön koşulu da laiklik ilkesidir. Bu nedenle laiklik kadın haklarının güvencesidir. Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını öngören bir ilke olmasının yanında, aynı zamanda her alanda aklın, bilimin ve ulusal egemenliğe dayanan hukuk kurallarının temel alındığı bir yaşam biçimidir. Eğitimde, yönetimde, hukukta laiklik ilkesinin tam anlamıyla uygulanması, barış içinde birlikte yaşamamızın, din ve vicdan özgürlüğünün, özgür düşüncenin teminatıdır.

* İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı. Şiddet arttı. Ancak mevcut iktidar bu konuda hiç sorumluluk almıyor. Hatta ilgisi yok olarak görüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Kadına yönelik şiddet bir insan hakları ihlalidir. İstanbul Sözleşmesi (Kadına Yönelik Şiddet ve Aile içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi) şiddetle mücadele için, şiddetin önlenmesi, mağdurun korunması, failin kovuşturulması, destek mekanizmalarının oluşturulması, kadının güçlendirilmesi, şiddetten arınmış bir ülke haline gelinmesi için dünyada yıllar boyu edinilen deneyimlerin birikimiyle yazılmış bir uluslararası Sözleşmedir.

İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddet, kadın erkek eşitsizliğinden kaynaklanıyor, diyor. Ben vazgeçtim sözleşmeyi uygulamam demek, kadın erkek eşit haklara sahip olmasın demek mi? Şiddet önlenemiyor, kadın cinayetleri giderek artıyor. Ancak mevcut iktidarın hiç sorumluluk almadığı da görülüyor. İşte burada şiddeti yok sayan zihniyetle İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılan zihniyetin aynı olduğunu görmek gerekiyor. Narinler, Sılalar ve daha niceleri yaşamdan koparılmasın, şiddet son bulsun diye mücadele etmek bu zihniyetle mücadele etmektir.

* Çocukları yetiştirirken aileler ve ebeveynler ne yapmalı? 

 Çocukları yetiştirirken aileler ve ebeveynler, çocukların düşüncelerini ve duygularını ifade etmelerini engellememeli. Böylece, çocuğun olumsuz duygu ve davranışları zamanında fark edilebilir. Ebeveynler, davranışlarıyla çocuklarına örnek olmalıdır. Şiddetin kabul edilemez olduğunu göstermek için sevgi ve saygılı bir iletişim içinde olmalılar. Çocukların problem çözme, sosyal etkileşim becerilerini geliştirme konusunda rehberlik etmek, şiddet içermeyen çözümler bulmalarını desteklemek önemlidir. Eğer çocukta şiddet eğilimleri varsa ya da aile içinde sorunlar varsa, bir uzmandan destek almak önemlidir. Terapi veya danışmanlık, sorunların çözümünde etkili olabilir. Bu adımlar, çocukların sağlıklı ve şiddetsiz bir çevrede büyümelerine yardımcı olurken, toplumda da şiddetin önlenmesine destek oluşturacaktır.

* Bugünden yarına size bu konuda yetki verilse ilk neleri değiştirirsiniz? Önlemek için ne yapardınız?

Önce bir durum tespiti yapmak isterim. 1990 yılında, kadından sorumlu bir devlet bakanlığı kurulmuştu. 2011 yılına kadar, sivil toplumla dayanışma içinde kadının insan hakları konusunda destek veren bir bakanlık olarak çalıştı. 2011 yılında “Bakanlıkları yeniden yapılandırıyoruz” dediler ve Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı kaldırıldı, yerine Aile Bakanlığı kuruldu. Aile Bakanlığı’nın kadına bakış açısı, tamamen iktidarın zihniyeti doğrultusunda “kadının yeri evidir” anlayışıyla hareket etmek oldu.

Bana bir yetki verilmiş olsa, öncelikle Bakanlığın adının “Kadın ve Eşitlik Bakanlığı” olarak değiştirilmesini isterim. Tabii bunun için öncelikle partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin kaldırılması lazım. Ayrıntısına, gerekçesine girmeden neleri değiştirmek istediğimi şöyle ifade etmek isterim:

“Resmi İstatistik Kurumu TÜİK’in açıklamasına göre 2023 yılında 720 bin kız çocuğu ilk dört yıllık eğitimden sonra okuldan ayrılmıştır.”

-İlk olarak 4+4+4 kesintili eğitim sisteminin kaldırılmasını; köy okullarının yeniden açılmasını, taşımalı eğitimden vazgeçilmesini

-Laik bilimsel eğitimden ödün vermeden müfredatın yeniden düzenlenmesini;

-Kadına karşı şiddetin önlenmesi konusunda etkili ve kalıcı değişimlerin sağlanabilmesi için:

  • -İstanbul Sözleşmesine yeniden taraf olmak için Avrupa Konseyine bildirimde bulunulmasını;
  • – Şiddet mağdurlarına yönelik koruma kararlarının daha hızlı ve etkili bir şekilde alınmasını;
  • – Şiddet uygulayan bireyler için caydırıcı ceza uygulamalarının geliştirilmesini;
  • – Kadına yönelik şiddetle ilgili istatistiklerin toplanması ve analiz edilmesi, bu verilerin politika geliştirme süreçlerinde kullanılmasını

  – Erkeklerin de dahil olduğu toplumsal cinsiyet eşitliği ve şiddeti önleme konusunda farkındalık artırıcı projeler düzenlenmesini;

   – Kadınların ekonomik bağımsızlığa ulaşmalarını desteklemek amaçlı girişimlerin teşvik edilmesini;

   – Kadın girişimcileri destekleyen programların ve destek fonlarının oluşturulmasını

hayata geçirmek için bakanlığa bağlı ilgili müdürlüklerin kurulması ve eylem planları hazırlanarak etkili, kararlı bir politika yürütülmesini sağlardım.

Türkiye’de hukukta ve eğitimde yaşanan erozyonun faturalarını büyük ölçüde kadınların ve çocukların ödediği görülüyor. Kadın haklarının tarihsel sürecini bilmek ve bu sürecin sonunda elde edilen kazanımları görmek (her ne kadar zaman zaman geri gidiş endişesi yaşansa da) aslında kadının insan hakları mücadelesinin sürdürülmesi açısından cesaret veriyor.

Dayanışma güç veriyor. Eşitlik, demokrasi, laiklik, kadının insan hakları yolunda mücadeleye devam…

Önceki İçerikKadının Soyadı
Sonraki İçerik5 Aralık – Kadınların Siyasette Eksik Temsili Aslında Bir Demokrasi Meselesi