LAİKLİK İLKESİ 

Demokrasinin ve İnsan Haklarının Güvencesi

                                                                                         Av. Nazan Moroğlu

                            İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı

 

Çağdaş demokrasilerin ön koşulu olan laiklik ilkesinin her tanımda temel olarak devletin akla ve bilime dayalı olarak yönetilmesi gereği önemle vurgulanmakta, devlet ile din işlerinin ayrı tutulması esas alınmaktadır.

Laiklik, eğitimin, siyasetin, devlet yönetiminin, sivil toplum kuruluşlarının, aile ve toplum yaşamının ve hukuk kurallarının akla ve bilime dayandırılmasıdır. Eğitim başta olmak üzere kurumsal yapılardan herhangi birinin laik niteliğini kaybetmesi halinde diğer kurumların da laik niteliği sarsılmakta ve laik düzenin bozulmasına neden olmaktadır.

Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, din ve vicdan hürriyetinin devlet tarafından güvence altına alınmasıdır. Ancak laiklik aynı zamanda insanların dini inançlarına ve vicdan hürriyetine karışılmamasıdır.

Günümüzde demokrasiyle yönetilen devletleri gösteren bir dünya haritasıyla, laik düzenin egemen olduğu toplumları gösteren bir dünya haritasını üst üste koyduğumuzda, tam olarak çakışmasının temel nedeni, laikliğin demokratik düzenin özünü oluşturmasıdır.

Ülkemizde akla bilime dayalı laik eğitimden giderek uzaklaşılması, her alanda dine referanslı yapılanmaya yönelik girişimlerin artması endişelerimizi de artırıyor.

Nüfusunun büyük çoğunluğu müslüman olan İslam devletleri arasında hukuk ve devlet sistemini tam olarak laikleştirmeyi başarabilmiş tek ülke halen Türkiye Cumhuriyeti’dir. Laiklik ilkesi ülkemizde demokrasinin ve insan haklarının, özellikle kadın haklarının güvencesidir. Kararlılıkla sahip çıkılması, korunması gerekir.

Laikliğin Gelişimi:

Eski çağlardan beri din, insanların  günlük yaşamında, toplumsal düzende ve devlet yönetiminde etkili olmuştur. Örneğin Hıristiyanlık, Avrupa’da ortaçağ sonlarına kadar yaşamın her alanını düzenlemiştir. Papalar krallara hükmedebiliyor, papaz, rahip, din adamları da Hıristiyan dininin kurallarına göre insanların yaşamını yönlendiriyorlardı.

Nitekim, din ve devlet ayrılığı prensibi, batıda yüzyıllardan beri tartışılmış, büyük çatışmalara neden olmuş ve ancak Yeni Çağ’da uygulama alanı bulmuştur. Avrupa’da çağ kapatıp çağ açan büyük teknik yenilikler ve özellikle matbaanın bulunması ile bilginin büyük kitlelere yayılması sağlanmıştır. Böylece fikir ve zihniyet bakımından çok büyük bir değişim yaşanmıştır. Orta Çağ’a özgü skolastik ve dogmatik dünya görüşü bırakılarak, aklın üstünlüğüne inanan yenileşmeyi esas alan görüş benimsenmiştir. Rönesans ile birlikte, deney ve gözlem metodu kullanılmaya başlanmış, bilim ve teknoloji gelişmiştir, kilise ve din adamlarına duyulan güven azalmış ve  reform hareketlerine zemin hazırlanmıştır.

Böylece kilise, yaşamın birçok alanında etkisini yitirmeye başlamıştır. Özellikle eğitim ve öğretim alanında yenileşmeler olmuş, din kurallarına uygun eğitim yapan kurumların yani sıra özgür düşünceye ve inanç özgürlüğüne dayanan eğitim kurumları devlet tarafından açılmaya başlanmıştır.

1789 Fransız Devrimi‘nden sonra laiklik giderek devletin bütün kurumlarında ve toplumda kendini kabul ettirmiştir. Ancak, bu süreç uzun ve sancılı olmuştur.

Bilindiği gibi, eşitlik, özgürlük, kardeşlik hareketi olan Fransız devrimi sürecine çok sayıda kadın da destek vermiş olmasına rağmen, kadınların göz ardı edildiği ve İnsan Hakları Beyannamesinde kavramların erkekler açısından anlam ifade ettiği görülmüştür.

Nitekim, devrimci kadınlar 1789 tarihli (Déclaration des droits de l’homme et du citoyen) İnsan Hakları Beyannamesinde yer verilen eşitlik ve özgürlük kavramlarının kadınlara eşit haklar bakımından göz ardı edilmesine itiraz etmişlerdir. Devrimci kadınlar “eğer kadınlar yurttaş olarak suç işlediklerinde giyotine gönderiliyorsa, kadınlar yurttaş olarak kürsüye çıkmak da istiyorlar” diyerek,  hazırladıkları Kadın ve Yurttaş Hakları Beyannamesini 1791 tarihinde kürsüye çıkarak okumuşlardır.  Ancak, devrim sürecine büyük destek verenlerden Olympe de Gouges  1793 yılında “doğa kurallarına başkaldırması” nedeniyle Devrim Mahkemesinin  “kendi cinsine yaraşmayacak şekilde politikayla ilgilendiği için ve ölümü diğer kadınlara ibret olsun ”  gerekçesiyle giyotine mahkum edilmiştir. Kadın ve Yurttaş Hakları Beyannamesi, kadın hakları açısından ilk yazılı belgedir.

Fransız devrimi, Osmanlı Devletini de etkilemiş, gerek devlet işleyişinde gerek toplumsal yaşamda Tanzimat ve ardından Meşrutiyet ile birlikte batıda yaşanan gelişmeler örnek alınmaya başlanmıştır.

Ancak kararlı dönüşüm, Ulusal Kurtuluş Savaşının kazanılmasının ve bağımsızlık belgesi Lozan Antlaşmasının imzalanmasından sonra Cumhuriyet’in ilan edilmesi ile birlikte yaşanmıştır.

Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde hazırlanan ve devletin niteliğinin belirlendiği yasa tasarısında “Hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır. Türkiye Devletinin hükümet şekli Cumhuriyettir”  ifadelerine yer verilmiştir.

29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanı ile ulusumuza tam bağımsızlık, demokrasi ve çağdaşlık hedefiyle yeni bir dönemin kapıları açılmıştır. Tüm özgürlüklerin, bu bağlamda din ve vicdan özgürlüğünün de güvencesi olan ve kısaca din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması şeklinde tanımlanan lâiklik ilkesi, Türk Devriminin vazgeçilmez bir unsurudur ve adım adım Anayasamıza ve uygulamaya geçirilmiştir.

Cumhuriyetimizin kuruluşunun ilk on yılında yapılan Atatürk devrimleriyle, şeriattan laikliğe doğru bir yol haritası çizilmiş ve laik devlet düzeni adım adım yaşama geçirilmiştir:

  • Devletin Laikleştirilmesi
  • Hukukun Laikleştirilmesi
  • Eğitimin Laikleştirilmesi
  • Kültürün Laikleştirilmesi
  • Devletin Laikleştirilmesi
  • Samsun’a çıkışla başlamış, Amasya Tamimi, Erzurum, Sivas Kongreleri ile “ulusun kendi kaderini kendisinin belirlemesi ilkesi” benimsenmiştir.
  • 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açılmış ve “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” ilkesi kurtuluşun ve kuruluşun simgesi olmuştur.
  • 20 Ocak 1921 Anayasası kabul edilmiştir.
  • 1 Kasım 1921 Saltanat kaldırılmış ve iki başlı devlet yapısına son verilmiştir. Ankara merkezli Türk hükümeti dış ilişkilerde temsil yetkisine sahip olmuş ve Lozan Barış Antlaşması görüşmelerine de Türk hükümetini temsilen İsmet İnönü müzakereci olarak gönderilmiştir.
  • 29 Ekim 1 923 Cumhuriyetin ilân edilmiştir.
  • 3 Mart 1924 Hilafetin kaldırılması, 1924 tarihli Türkiye’yi laikleştiren üç devrim yasasından en tartışılan yasa olmuştur.
  • 20 Nisan 1924 Anayasası kabul edilmiş Cumhuriyet yönetiminin esas alınmasına rağmen din devleti olmaya devam edilmiştir.
  • 10 Nisan 1928 tarihinde Anayasadan Türkiye Devletinin “Dinî islâmdır” hükmünün çıkarılmış, Anayasada laikliğe ilk adım atılmıştır.
  • 5 Şubat 1937 Anayasada değişiklik yapılarak devletin cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçı olduğu hükmü Anayasaya konulmuş, böylece laiklik Anayasamızda Cumhuriyetimizin değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez ilkeleri arasında yerini almıştır.

 

  • Hukukun Laikleştirilmesi
  • 8 Nisan 1924 Şer’î mahkemelerinin kaldırılması.
  • 30 Kasım 1925 Tekke ve Zaviyelerin kapatılması
  • 17 Şubat 1926 Türk Medeni Kanunu’nun kabulü.

Lozan Antlaşması ile Türk vatandaşı azınlıklara özel yaşamlarıyla ilgili kendi hukuklarını uygulama hakkı tanınmış olmasına rağmen, ilk önce Musevi yurttaşlar ve sonra diğerleri Adalet Bakanlığına başvurarak, Medeni Kanuna tabi olacaklarını bildirmişlerdir. Böylece laik hukukun simgesi olan Medeni Kanun ile ülkede Hukuk Birliği sağlanmıştır.

  • 22 Nisan 1926 Borçlar Kanununun hazırlanması.
  • 1926 yılında Kara Ticareti Kanununun kabulü
  • 24 Kasım 1929 İcra, İflas Kanunlarının kabulü.
  • 15 Mayıs 1929 Deniz Ticaret Kanununun kabulü.
  • 5 Aralık 1934 Kadınlara Seçme ve Seçilme hakkının verilmesi.

1924 Anayasasının 10. ve 11. maddelerinde değişiklik yapılarak “her Türk erkek” için tanınmış seçme ve seçilme hakkı, “erkek” sözcüğü çıkarılarak kadın erkek tüm yurttaşlara eşit olarak tanınmıştır.

  • 5 Aralık 1934 İntihab-ı Mebusan Kanunu’nda (Milletvekili Seçimi Kanunu’nda) değişiklik yapılmış ve anayasayla tanınmış olan eşit haklara seçim kanununda yer verilmiştir. 11 Aralık 1934 tarihinde her iki Anayasa ve yasa değişikliği Resmi gazetede yayınlanmıştır.

Eğitimin Laikleştirilmesi

  • 3 Mart 1924 Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiştir.
  • 5 Kasım 1925 Ankara Hukuk Fakültesinin açılması.
  • 26 Aralık 1925 Uluslararası Takvim ve Saatin kabul edilmesi.
  • 24 Mayıs 1928 Lâtin rakamlarının kabulü.
  • 1 Kasım 1928 Lâtin alfabesinin kabulü.
  • 10 Haziran 1933 Maarif Teşkilatı Hakkındaki Kanun’un kabulü.
  • 1 Ağustos 1933 Üniversiteler Kanununun çıkarılması, Darülfûnun’un kaldırılması. İstanbul Üniversitesinin kurulması.

 

  • Kültürün Laikleştirilmesi
  • Kültürde laikleşmenin yolları aranırken örf ve âdet tamamen gözardı edilmemiş, ancak kadın erkek tüm yurttaşlara eşit haklar tanınması esas alınmıştır.
  • 30 Kasım 1925 tarihinde 677 sayılı Kanun ile tarikatlar yasaklanmış, tekke, türbe ve zaviyeler kapatılmıştır. Ancak, günümüzde ne yazıkki cemaat yapısı iktidara ortak olma konumuna getirilmiştir. Bu yapılardan Türkiye arındırılmadıkça yurttaşlık kavramının içinin boşaltılmasına, kadın erkek eşitliğinin gözardı edilmesine, aile yaşamında Medeni Kanundaki evlilik yaşı, resmi nikah, tek eşlilik, mirasta eşit pay esaslarının uygulanmaz hale gelmesine yol açılmış olacaktır.
  • 25 Aralık 1925 tarihinde de Meclis tarafından şeyhlik, dervişlik, emirlik, falcılık, büyücülük gibi sıfatların kullanılması ve bunlara ait özel kıyafetlerin giyilmesi yasaklanmıştır.
  • Sanat toplumun can damarı olarak kabul edilmiş, çağdaş resim ve müzik desteklenmiştir.

Lâiklik ilkesi ile ülkede hukuk birliği sağlanmış, tüm vatandaşlar kanun önünde eşit duruma gelmiştir. Laiklik, Türk milletine yeni bir hayat tarzı getirmiş, çağdaşlaşma ve gelişmenin yolu açılmıştır. Devlet yöneltiminde “ümmet – kul” anlayışı yerine, ulusal egemenlik temeline dayanan “ulus – yurttaş” yapısı hakim olmuştur.

Ancak İslâm dininin, dünya ve ahiret ile ilgili kuralların bütününü içine alması nedeniyle, laiklik ilkesinin yerleştirilmesi kolay olmamıştır. Nitekim din adına çok sayıda ayaklanmalar yaşanmıştır. Kabakçı Mustafa İsyanı, 31 Mart Vakası, Millî Mücadele’de Konya İsyanı, Şeyh Sait Ayaklanması, Menemen’de Kubilây Faciası ve Sivas Madımak olayları ve 15 Temmuz 2016 Fetö cemaati darbe girişimi gibi.

Günümüzde de, Anayasa Mahkemesi kararıyla  laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu tesbit edilen bir partinin yönetimde olduğu dikkate alındığında, Anayasamızın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez ilkeleri arasında “laiklik” ilkesinin bulunmasının ne denli önemli olduğu görülmektedir.

İşte bunun içindir ki, 1937 yılında Anayasamıza giren laiklik ilkesi, 1961 Anayasası 19. maddesi ile, bir yandan vicdan ve din hürriyetini garanti altına alınırken, diğer taraftan bu hürriyetlerin kötüye kullanılması önlenmiştir:

Kimse devletin sosyal, iktisadî ve hukukî temel düzenini, kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya şahsî çıkar veya nüfuz sağlama amacı ile her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını veya dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. Bu yasak dışına çıkan veya başkasını bu yolda kışkırtan gerçek ve tüzel kişiler hakkında kanunun gösterdiği hükümler uygulanır ve siyasî partiler Anayasa Mahkemesi’nce temelli kapatılır”.

1982 Anayasası’nın 24 üncü maddesinde de benzer bir hükme yer verilmiştir:

Kimse Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”

Lâik eğitim karşıtı çağ dışı eğitimin güçlenmesinin muhtemel tehlikesini gören Kurucu Meclisler, 1961 Anayasası’nın 153. ve 1982 Anayasası’nın 174. maddesinde Eğitim Birliği Kanunu’nu da diğer inkılâp kanunları ile birlikte güvence altına almışlardır.

Laiklik demokratik toplum düzeninin temelidir, eşitliğin ve özgürlüğün kaynağıdır, laiklik çağdaş yaşam biçimidir. O bakımdan sürekli olması, korunması ve içtenlikle savunulması gereken bir ilkedir.

 

Laiklik ilkesinin kabulü ülkemiz için bir tür Türk rönesansıdır.

İslam dünyasında laiklik ilkesini hukuki ve siyasi gerekleriyle yerine getirebilmiş olan tek devlet Türkiye’dir. Değerini bilmemiz, savunmamız ve kararlılıkla korumamız gerekir. Laiklik ilkesi demokrasinin, insan haklarının ve kadın haklarının da güvencesidir.

 

Laiklik İlkesi Kadın Haklarının Güvencesidir

 

Ancak, son yıllarda laik hukukun gözardı edildiğine, Medeni Kanundaki hakların ihlal edildiğine tanık oluyoruz. Özellikle “evlilik yaşı” gözardı edilmekte, sayıları üç milyondan fazla olan “çocuk” gelinler sorunu toplumsal bir sorun haline gelmiştir.

 

Bilindiği gibi, son yıllarda çağdaş uygarlığın, demokrasinin temel taşı olan laiklik gözardı edilmekte; ülkeyi yönetenlerce eğitimden ekonomiye, aileden siyasete, yaşamın her alanında dine referanslı bir yaşam biçimi dayatılmakta, laiklik ilkesi adeta yok sayılmaktadır.

 

Corona virüs pandemisi de, bir kez daha göstermiştir ki, ülkeler küresel krizlerden ve salgınlardan ancak akla, bilime dayanarak çıkış yolu bulabilmektedir.

 

Bu nedenle, özgür düşüncenin, demokrasinin ve kadın haklarının güvencesi olan laikliğin korunmasına, yaşamın her alanında aklın, bilimin önderliğinin kabul edilmesine bugün her zamandan çok ihtiyaç vardır.

 

Önceki İçerikKanala Değil, Sağlığa Bütçe
Sonraki İçerikCovid-19 Bilgilendirme