5 Aralık – Kadınların Siyasette Eksik Temsili Aslında Bir Demokrasi Meselesi
Nüfusun yarısını oluşturan kadınların siyasette eşit oranda temsil edilmemesi, her şeyden önce bir demokrasi meselesi.
Bilindiği gibi, demokrasinin temel unsurlarından olan eşit temsil ve eşit katılımın kadınlar açısından yaşama geçirilememesi, bir kadın erkek eşitsizliği olmasının ötesinde, aynı zamanda bir demokrasi meselesidir. Ancak, demokrasi tüm siyasal tartışmaların odak noktasını oluşturduğu halde, kadınların eksik temsili konusu gözardı edilmektedir.
Bir ülkede karar alma süreçlerinde nüfusun yarısı temsil edilemiyorsa, o ülkede alınan kararların demokratik ve çoğulcu olduğundan söz edebilmek mümkün müdür? Bu açıdan, hem demokratik yaşamın güçlendirilmesi hem de cinsiyete dayalı eşitsizliklerin kaldırılması için kadınların siyasette eşit oranda yer almaları sağlanmalıdır.
Her ne kadar eksik temsilin nedenleri “kadınların siyasete ilgisizliği; toplumsal ve kültürel yapı; siyasal sistem ve partilerin yapısı; eğitim eksikliği; ekonomik bağımsızlığın olmaması” gibi belli başlıklar altında açıklanmaya çalışılsa da, bütün bunların temelinde tarih boyunca süregelen erkek egemen zihniyetin olduğu yadsınamaz.
Bilindiği gibi, Fransız devrimi eşitlik, özgürlük, kardeşlik temeline dayandırılmış, ancak 1789 tarihli (Déclaration des droits de l’homme et du citoyen) İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesiyazılırken, “eşitlik” kadın – erkek eşitliği bakımından göz ardı edilmiştir. Devrim sürecine destek veren kadınların 1789 tarihli İnsan Hakları Deklarasyonu’nunda yer alan “homme” yerine “homme – femme” (erkek-kadın) yazılması talepleri kabul edilmemiş, bu nedenle devrimci kadınlar “Kadın ve Yurttaş Hakları Beyannamesini” hazırlamış ve 1791 yılında ilan etmişlerdir. Ancak, kürsüye çıkıp beyannameyi okuyan devrimci kadınlardan Olympe de Gouges 1793 yılında “doğa kurallarına başkaldırması” gerekçesiyle yargılanmış ve giyotinle idama mahkum edilmiştir. Bu kararı veren Devrim Mahkemesi”nin idam gerekçesinde, Olympe de Gouges’ün “kendi cinsine yaraşmayacak bir şekilde politikayla ilgilenmesi ve bunun diğer kadınlara ibret olması” vurgulanmıştır.
Siyasal yaşam, dünyada ve ülkemizde kadın erkek eşitsizliğinin en belirgin olduğu alandır.
Tarih boyunca erkeği “güçlü – akıllı ve yöneten”, kadını “güçsüz, duygusal – korunması gereken ve yönetilen” olarak gören ataerkil zihniyet, kadınların siyasete katılımının önünde engel oluşturmaya devam etmektedir.
Türkiye’de Kadının Siyasete Katılımı
Ülkemizde Cumhuriyetin kuruluşunu izleyen ilk on yılda Atatürk’ün önderliğinde çağdaş uygarlığa ulaşma amacıyla yapılan devrimler, kadın haklarının geliştirilmesinin temelini oluşturmuştur. Bu dönemde adım adım eğitimde, ailede, toplumsal yaşamda başta Medeni Kanunun kabulü olmak üzere kadınlara zamanın koşullarına uygun eşit haklar tanınmıştır. Kadınlara seçme seçilme hakkının verilmesiyle ülke yönetiminde söz sahibi olmaları hedeflenmiştir. O yıllarda sadece yasaların çıkarılmasıyla yetinilmemiş, aynı zamanda devrim yasalarının etkin bir şekilde yaşama geçirilmesi için kararlı adımlar atılmıştır.
Türkiye’de kadınlar 3 Nisan 1930’da belediye seçimlerine, 26 Ekim 1933 tarihinde Köy Kanunu 20. maddesinde yapılan değişiklikle muhtarlık seçimlerine katılma hakkını kazanmıştır.
5 Aralık 1934 tarihinde de milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde etmiştir. 1924 Anayasasının “Onsekiz yaşını ikmal eden her erkek Türk mebusan intihabına iştirak etmek hakkını haizdir” hükmünü içeren 10. maddesi, “Milletvekili seçmek, yirmi iki yaşını bitiren kadın, erkek her Türk’ün hakkıdır” şeklinde değiştirilmiş; 11. maddesinde de “Otuz yaşını bitiren kadın, erkek her Türk milletvekili seçilebilir” şeklinde değişiklik yapılarak, 1934’e kadar sadece erkeklerin sahip olduğu seçme ve seçilme hakkı kadınlara da tanınmıştır. Anayasa değişikliği ve Seçim Kanunundaki değişikliğin aynı tarihte yapılması ve 11.12.1934 tarihli Resmi Gazetede birlikte ilan edilmesi Cumhuriyet devrimleriyle kadın erkek eşitliğinin yaşama geçirilmesindeki kararlılığın önemli bir örneğidir.
Böylece Türkiye’de kadınlar, birçok batı ülkesinden önce seçme seçilme hakkına sahip olmuşlardır. Kadınlara seçme seçilme hakkı örneğin Fransa’da 1944, İtalya’da 1948, İsviçre’de 1971, Japonya’da 1950 yılında tanınmıştır.
5 Aralık 1934’de kadınlara milletvekili seçme seçilme hakkının verilmesinden sonra 11 Aralık 1934’de Seçim Yasasında Anayasaya uyum sağlayan değişiklik yapılmıştır. 1935 yılında yapılan seçimlerde Türkiye Büyük Millet Meclisine 18 kadın milletvekilinin seçilmesi, günümüzde kullanılan kavramıyla “özel önlemler” veya “fırsat eşitliği tanıma” yöntemini çağrıştıran ilk örnektir.
Henüz “BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”, “İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi”, “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW)” gibi uluslararası Sözleşmelerin dünya gündeminde bile olmadığı bir dönemde, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde 5 Aralık 1934’de kadınlara milletvekili seçme seçilme hakkı tanıyan devrim yapılmıştır. TBMM’de kadın milletvekili oranının % 4.6’ya ulaşması Cumhuriyet devrimlerinin yaşama geçirilmesindeki kararlılığın göstergesidir. Türkiye Parlamentoda kadın milletvekili oranı ile dünya sıralamasında 2. sırada yer almıştır. Kadınlara o dönemin koşullarına göre çağdaş ve ileri siyasal haklar verilmiş ve yaşama geçirilmiş olmasına rağmen, ne yazıkki aşağıdaki tabloda görüleceği üzere, sonraki yıllarda bu doğru başlangıç sürdürülememiştir.
31 Mart 2024 yerel seçimlerinde kadın adaylardan 5’i büyükşehir belediyesi olmak üzere 11 ilde ve 61 ilçede belediye başkanı seçilmiştir.
Cinsiyet Kotası = Eşitsizliğin Kaldırılmasının Anahtarı
Kadınların eğitimli ve ekonomik bağımsızlığı olması da, siyasal yaşama katılabilmesi için yeterli olmamaktadır.
Kadınların siyasette eşit ve etkin temsilinin önündeki en büyük engel, geleneksel işbölümünün yarattığı toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve erkek egemen siyasi kültürdür. Buna nedenle, ”kadınlar yasalar önünde eşittir, siyaset kapısı kadınlara açıktır, isteyen katılsın” anlayışıyla engellerin aşılabilmesi de mümkün değildir.
Seçim kampanyalarında ve söylemde ön planda tutulan kadınlar, aday listelerinde çoğu kez seçilemeyecek alt sıralara konulmaktadır. Kadınlara “aday olmaya cesaret edin – erkekler gibi mücadele edin – rekabetten kaçmayın – elinizi taşın altına koyun” denilerek siyasette yer almalarını söylemenin yaşam gerçeğiyle bağdaşmadığını görmek gerekir. Çünkü milletvekilliği veya belediye başkanlığı için aday göstermek genellikle Parti Başkanlarının yetkisindedir. Parti içi demokrasinin olmadığı bir yerde, kadınların yer alması da mümkün olamamaktadır. Bu nedenle, çözüm somut uygulama yöntemi de belirtilerek “cinsiyet kotasının” parti tüzüklerine konulması, Seçim Kanununda ve Siyasi Partiler Kanununda bu yolda değişiklikler yapılmasıdır.
Cinsiyet Kotası = Haksızlığın Telafisi: Ülkemizde kadınların siyasal yaşamda yer alamamaları, siyasette cinsiyet ayrımcılığının kökleşerek kısır döngü halinde devam etmesine ve demokrasinin yaşama geçirilememesine neden olmaktadır. Bu bakımdan, seçim sistemimizin temel ilkesi olan “temsilde adalet” (Anayasa 68.md) ilkesinin yaşama geçirilmesine ihtiyaç vardır. Kadının siyasette eksik temsili “kadın sorunu” olmaktan öte bir demokrasi sorunu olarak çözüm beklemektedir.
Günümüzde parlamentolarında kadınların %40’ların üzerinde yer aldığı ülkeler, bu eksikliğin telafisi için “kararlı bir eşitlik politikası” uygulamış olan ülkelerdir.
Siyasete katılımın artırılması için birçok ülkede uygulanan cinsiyet kotası çok tartışılmış ve tartışılmaktadır; ayrımcılığın giderilmesinde bir anahtar mı, yoksa kadınlara tanınan bir ayrıcalık mı?
Kanımca, “Siyasette cinsiyet kotasının” geçici bir özel önlem olarak uygulanması halinde, bu uygulama siyasette kadınların karşılaştığı haksızlığın telafisi olacaktır.
Nitekim bu yöntem, Türkiye’nin 1985 yılında onayladığı, uygulamayı taahhüt ettiği “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesinin 4. maddesinde düzenlenmiş olan geçici özel önlem” olarak belirtilmiştir.
Bu bakımdan, örneğin üç seçim dönemi için geçici özel önlem olarak “cinsiyet kotası” uygulanması uluslararası taahhütlerin ve Anayasanın 10. maddesindeki “..kadın erkek eşitliğinin yaşama geçirilmesi yükümlülüğünün” yerine getirilmesi anlamına gelecektir.
Türkiye eğitimli, donanımlı ve konularında yetkin kadın potansiyelinden yararlanamamaktadır.
Aşağıdaki tabloda görüleceği üzere On İkinci Kalkınma Planı hedeflerinde 2028 yılı için gösterilen “Parlamentodaki Kadın Temsil Oranı” da %25 olup, eşit temsilden çok uzaktır.
Oysa Türkiye’de demokrasinin sağlıklı işlemesi ve ülkemizin çağdaşlaşması, gelişmesi, kalkınması için kadınların eşit temsiline, katılımına ve katkısına gereksinimi vardır.