9 Aralık 2007 Tandoğan Konuşma Metni

Değerli dostlar, sevgili arkadaşlar hoş geldiniz,

Bugün gönlüyle, aklıyla, yüreğiyle burada olan tüm yurttaşlarımıza ve sizlere İstanbul Sivil Toplum Kuruluşlarının, Kadın Kuruluşlarının selam ve sevgilerini getirdim.

Değerli dostlar, yine Tandoğan’dayız. Demokratik hakkımızı kullanıyoruz, burada yurttaşlar olarak ülkemizdeki gelişmelerle ilgili endişe, kaygı duyduğumuz her konuda düşüncelerimizi paylaşmak, Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesinin göz ardı edildiği konulara dikkat çekmek, eleştirmek ama eleştirmekle kalmayıp değiştirmek, sorunlara çözüm yolları önermek için buradayız. Çağımız küreselleşme çağıdır, globalleşen dünyada ulusal egemenlikten taviz verilmelidir anlayışına itirazımız olduğu için buradayız.

Tarihe örnek olacak bir ulusal kurtuluş mücadelesinin ardından kurulan Cumhuriyetimize, ulusal egemenliğimize sahip çıkan yurttaşların el ele verdiğini tüm dünyaya bir kez daha göstermek için buradayız. Türkiye demokrasi deneyimiyle dünyadaki diğer Müslüman ülkelere örnek bir ülkedir. Bunun özünde ülkemizde, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmış ve egemenliğin ulusa ait olduğunun kabul edilmiş olması yer almaktadır. Çünkü halkının %99’u Müslüman olan bir ülkenin laikliği kabul etmeden çağdaş bir demokrasi olabilmesi mümkün değildir. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren bu yolda yüz yıllar önce laiklik mücadelesini vermiş ve yerleştirmiş Batı ülkeleri örnek alındı. Ve ulusal egemenlik yine ulus adına yapılan yasalarla laik hukuk sisteminin kabulüyle gerçek kimliğine kavuştu. Ancak günümüzde ne yazık ki içten ve dıştan bazı sesler yükseliyor, diyorlar ki: evet, demokrasi önemli ama laiklikte bu kadar ileri gitmeyin. Demokratik laiklik olmalı. Peki soruyorum: Demokrasi ile laiklik arasında bir tercih yapılabilir mi? Aslında laikliğin demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olduğunu, laikliğin demokrasinin güvencesi olduğunu bunu söyleyenler de biliyorlar. Ama ülkemizde egemenliğin ulusa ait olduğunu göz ardı etmek yolunu tercih ediyorlar. Oysa gelişmiş demokratik ülkelerden hiçbiri küreselleşmeyi, çağdaşlaşmayı ulus devlet olmanın temel özelliklerinden vazgeçme ve ulusal çıkarlardan taviz verme şeklinde anlamıyor.

Sadece ulusal çıkarları daha iyi korunabilecekse evrensel kabul gören konularda ulusal egemenliklerinden belirli ölçüde fedakarlıkta bulunuyorlar. Bu nedenle ulusal çıkarları korumaya çalışmak bazılarının iddia ettiği gibi artık çağdışı kalmış bir davranış değildir. Nitekim bütünleşme kararı almış Avrupa Birliği üyesi ülkeler dahi, ulusal çıkarlarını ön planda tutan anlayıştan ödün vermemektedirler. Ancak, söz konusu Türkiye olduğunda ne yazık ki çifte standart uygulamaktan geri durmuyorlar. Bu bakımdan ucu açık bir müzakere sürecinde geriye dönüşü mümkün olmayan tavizler verilmemesi için çok duyarlı davranmamız gerekiyor. Küreselleşen dünyada uluslararası ilişkilerde ülkelerin egemenliğine karşılıklık anlayışı içinde saygı gösterilmesi esastır. Biz de yurttaşlar olarak bir kez daha uyarı görevimizi yapıyoruz ve ülkeyi yönetenlerin çifte standart içeren dayatmalara karşı duyarlı olacağına inanıyoruz. Sömürge valisi edasıyla gelip, demokrasi ve hukukun üstünlüğü dersi verenlere, ülkeyi yönetenlerin onları önce Türkiye gerçeğini iyi anlamaları, öğrenmeleri ve yorumlarını ona göre yapmaları konusunda uyarmalarını bekliyoruz.

Değerli dostlar, Ulusal egemenliğin, laik hukukun korunması, demokrasinin eksiksiz uygulanması her yurttaşı ilgilendiriyor ama biz kadınları çok daha yakından ilgilendiriyor. Çünkü laiklik ilkesi çağdaşlığın olduğu gibi kadın haklarının da güvencesi. Demokrasinin ön koşullarından biri de kadın erkek eşitliği. Ancak son aylarda gündeme getirilen Anayasa Taslağındaki kadınlarla ilgili maddeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Halen yürürlükteki Anayasada mevcut olan kadın erkek eşitliği maddesinin kaldırılmış; yerine kadınlar, yaşlılar, engelliler gibi toplumun özel surette desteklenmeye muhtaç kesimi olarak düzenlenmiş olmasını kabul etmek mümkün değil, eğer Anayasa değişikliği yeniden gündeme getirilecekse, bu yanlışın düzeltilmesi gerektiğini bu vesile ile bir kez daha dile getirmek istiyorum.

Buradan bütün kadınlara seslenmek istiyorum, hangi düşüncede olursanız olun, kişisel tercihiniz ne olursa olsun, Yüksek öğretimde kılık kıyafet serbestisi, yani türban kadınlara sözde özgürlük olarak sunulurken, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin temelini oluşturan kadın erkek eşitliği kuralının çıkarılmasına tepkisiz kalmayın.

Değerli dostlar, ülkemiz Cumhuriyet tarihinin en sorunlu dönemini yaşıyor. Gerici bölücü girişimler birbiri ardına sahneleniyor. Ülkemize yönelik bölücü terör, Büyük Ortadoğu projesi gibi tehlikeler söz konusu iken, aslında hepimize, tüm yurttaşlara ve başta ülkeyi yönetenlere düşen görev, ülkemizin esenliği için, kalkınması için, çağdaş uygarlığa ulaşması için kadın erkek el ele dayanışma içinde mücadele etmektir. Bu ülke hepimizin. Barış içinde kardeşlik içinde yaşamak istiyoruz. Sayılarla bizden sizden ayrımı yapılmasına son verilmesini istiyoruz. Cumhuriyetimize, hukukumuza, haklarımıza sahip çıkmanın yolu ise, başka bir yol aramaya gerek yok, Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı aydınlık yoldur, yeter ki bu aydınlık yoldan sapılmasın.

https://www.istanbulbarosu.org.tr/HaberDetay.aspx?ID=3102

Önceki İçerikALİ YURTSEVER İLE SÖYLEŞİLER | KONUK: NAZAN MOROĞLU
Sonraki İçerikLaik ve Bilimsel Eğitim Platformu Eskişehir Buluşması ve Basın Açıklaması