Cumhuriyetimizin kuruluşunu izleyen yıllarda ülkede çağdaş, uygar bir yaşam biçiminin yerleştirilmesi amacıyla eğitimde, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal yaşamda köklü devrimler yapılmıştır. Her devrim,  hukuk devrimini de içerir ve her devletin hukuk sistemi o devletin temeline uygun düzenlenir. Atatürk ve arkadaşlarının önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti kurtuluş mücadelesinden itibaren ulusal egemenlik temeline dayandırılmıştır.

1924 tarihli Anayasa’da (Teşkilâtı Esasiye Kanunu)Türkiye Devletinin dini, Dini İslâmdır” kuralı olmasına rağmen, Hukuk Devrimi ile laik nitelikli devrim kanunları TBMM’de birbiri ardına kabul edilmiş ve din esaslarına dayalı hukuk sistemi terkedilerek yerine laik bir hukuk düzeni kurmak üzere Kara Avrupası hukuk sistemi benimsenmiştir.

Devrim Yasamız Medeni Kanunun Getirdikleri

Hukuk devrimi denilince ilk akla gelen Medeni Kanun’un kabulüdür.

17 Şubat 1926 da kabul edilen ve 4 Ekim 1926’da yürürlüğe giren Medeni Kanun’un özellikle Aile Hukuku bölümünde köklü bir hukuk devrimi yaşama geçirilmiştir.

Medeni Kanun ile erkeğin birden çok kadınla evlenebilmesi yerine tek eşlilik, erkeğin “boş ol” demesi ile sonuçlanan boşanma yerine, kadının veya erkeğin Kanunda belirtilen nedenlere dayanarak boşanma davası açabilmesi ve mahkeme kararı ile boşanma, erkek çocuğun tam pay, kız çocuğun yarı pay alması yerine kız ve erkek çocukların mirastan eşit pay almaları kabul edilmiştir. “Evlenme yaşı” belirlenmesi ve aynı zamanda halen Anayasamızda devrim yasaları arasında korunan “resmi nikah” kuralı da kadın haklarının güvencesi olmuştur.

Kadınlar, 1900’lu yıllar açısından evlenme, boşanma, mal varlığı, miras gibi özel yaşamlarına ilişkin haklar açısından erkeklerle eşit haklara sahip olmuşlardır. Medeni Kanun, bu bakımdan ülkede demokratikleşmenin ilk adımı olarak nitelendirilir.

1926’da bir devrim kanunu olarak çıkarılan  Medeni Kanunun Genel Gerekçesinde bu devrimin anlamı ve değeri özetle şu cümlelerle vurgulanmıştır:

“… insanlık yaşamı, her gün hatta her an esaslı değişikliklerle karşı karşıyadır. Bu değişiklikleri, yürüyüşü değişmez kurallar çevresinde saptamak ve dondurmak mümkün değildir. Kanunları dine dayalı olan devletler kısa bir zaman sonra ülkenin ve ulusun ihtiyaç ve isteklerini karşılayamazlar. Çünkü dinler değişmez hükümler belirtirler. Yaşam yürür; ihtiyaçlar hızla değişir … Değişmemek dinler için bir zorunluluktur. Bu bakımdan dinlerin sadece bir vicdan işi olarak kalması günümüz uygarlığının esaslarından .. birisidir. ….”

“…Yüzyılımız uygarlığına mensup devletlerin ilk ayırıcı nitelikleri din ile dünyayı ayrı görmektedir. Bunun tersi, devletin kabul ettiği din esaslarını kabul etmeyen kimselerin vicdanlarını baskı altına almak olur. Bunu yüzyılımızın devlet anlayışı kabul edemez. Din, devlet gözünde vicdanlarda kaldıkça saygındır. Dinin hüküm halinde kanunlara girmesi tarihin akışında çoğu kez hükümdarların, zorbaların, güçlülerin keyif ve isteklerini tatmine aracı olması sonucunu getirmiştir. Dini dünyadan ayırmakla yüzyılımızın devleti, insanlığı tarihin bu kanlı sıkıntısından kurtarmış ve dine gerçek yeri olan vicdanı ayırmıştır. Özellikle çeşitli dinlere mensup uyruklara sahip devletlerde tek bir kanunun bütün toplumda uygulanma yetkinliğini kazanabilmesi için bunun dinle ilişkisinin olmaması, ulus egemenliği için de bir zorunluluktur.”

Medeni Kanun, Türkiye’de hukuk birliğini gerçekleştiren bir kanundur.

“…Medeni Kanunun konusu olan yurttaşların özel yaşamlarını ilgilendiren olaylarda daha önce şeri hükümleri uygulanmakta idi. Ancak çeşitli konularda da farklı görüşler, farklı içtihatlar vardı. Bunlar arasında bir birlik yoktu. Ülkemizde farklı dinlere, hatta mezheplere mensup insanlar için başka kurallar uygulanıyordu. Yabancılar için “kapitülâsyonlar” denilen ayrıcalıklı kurallar geçerliydi.

Lozan Antlaşması’nda ülkemizdeki gayrımüslim azınlıkların kendilerine özgü hukuk kurallarını, özellikle kişiler hukuku ve aile hukukunda kendilerine özgü kuralları uygulayabilmeleri için özel hükümler vardı.

Türk Kanunu Medenîsi’nin İsviçre Medenî Kanunu’nun benimsenmesi yoluyla yapılması kararlaştırıldığında ülkemizdeki Musevî ve Hıristiyan azınlıklar Adalet Bakanlığı’na başvurarak Lozan Antlaşması’nın kendilerine tanıdığı haklardan feragat ettiklerini bildirmişlerdir.

Bu, Türkiye’de daha Cumhuriyetin başlangıcında oluşabilecek bir farklı hukuk uygulaması halini ortadan kaldırmıştır. Böylece Türk Kanunu Medenîsi, Türkiye’de hukuk birliğinin ve ulusal birliğin gerçekleşmesi yolunda çok önemli bir hukuk devrimi olmuştur..”

1926 tarihli Medeni Kanun’dan 2002 tarihli Medeni Kanun’a

Medeni Kanun’un kabulünden sonra özellikle 1985 yılında Türkiye’nin BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesini onaylamasından itibaren kadınlar, kazanılmış haklarını daha ileriye taşıma mücadelesini hep sürdürmüşlerdir. Kadın dayanışması ve gücü ile de kanunda günün koşullarına uygun ciddi kazanımlar elde edilmiştir.

Kadın hukukçular ve kadın kuruluşları, başta Medeni Kanunda günün koşullarına uygun “ailede eşler arası eşit haklar için” değişiklik taleplerini imza kampanyaları, yürüyüşler, bilimsel toplantılar ve yayınlanan raporlarla kamuoyuna ve meclise duyurmuşlardır. Bu süreçte ilk olarak 1992 yılında “evli kadının çalışabilmesinin kocanın rızasına bağlayan madde” Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. 1997 yılında da Kadının Soyadı maddesinde değişiklik yapılmış “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır” hükmüne “ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir” cümlesi eklenerek kadınlara kocanın soyadı önünde evlilik öncesi soyadını da birlikte taşıma hakkı tanınmıştır.  

4721 sayılı TÜRK MEDENİ KANUNU

Yürürlük Tarihi: 1 Ocak 2002

Medeni Kanun değişikliği için 50 yıldır sürdürülmekte olan çalışmalar  sonunda yeni Türk Medeni Kanunu 22 Kasım 2001 günü  kabul edildi, 9 Aralık 2001 tarihinde Resmi Gazetede yayınlandı.

Yeni Medeni Kanun’da yapılan temel değişiklikler:

* Dili sadeleştirildi. Günümüz türkçesine uygun hale getirildi.

Madde numaraları (bütün eleştirilere karşın) değiştirildi. 1926 tarihli Medeni Kanun 937 madde iken yeni MK. 1030 maddede düzenlendi.

* En önemli değişiklikler Aile Hukukunda yapıldı.

Aile içinde eşlere eşit haklar tanındı. Eşit haklarla birlikte sorumluluklarda da eşitlik getirildi. Boşanma veya eşlerden birinin ölümü ile evlilik sona erdiğinde önce edinilen malların eşit  paylaşılması kabul edildi.

*Evlenme yaşı: kadın ve erkek için eşit olarak 17 yaşın bitirilmesi koşuluna bağlandı. Olağanüstü durumlarda 16 yaşın bitirilmesi aranacak.

Evlenme yaşı 1926 tarihli Kanunda erkek için 18, kadın için 17olarak kabul edilmişti, ancak 1938 yılında yapılan değişiklikle erkek için 17, kadın için 15 yaşa indirilmiş ve olağanüstü durumlarda hakim kararıyla erkek için 15, kadın için 14 yaşında resmi nikahla evlenebilmesi kabul edilmişti.

* Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler. Evlilik birliğini beraberce yönetirler. Evlilik birliğin giderlerine emek ve malvarlıklarıyla katılırlar.

* Aile konutu: ekonomik olarak güçsüz olan eşi koruyan bir yeni düzenleme getirildi.

 “Medeni Kanunuma Sahip Çıkıyorum” İmza Kampanyası

Medeni Kanundaki evlilik yaşı, resmi nikah, tek eşlilik gibi kadın haklarının güvencesi olan kuralların son yıllarda gözardı edilmesi karşısında, 2 Aralık 2014 tarihinde İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği tarafından bir milyon imza hedefiyle “Medeni Kanunuma Sahip Çıkıyorum” İmza Kampanyası başlatıldı.

İmza kampanyasının amacı; kadını sadece anne rolü ile sınırlayan, kadını BİREY olarak görmeyen ve Medeni Kanunu yok sayan anlayışın devletin her kademesinde dile getirilmesi karşısında Medeni Kanunla güvence altına alınmış hakları topluma bir kez daha hatırlatmaktı. 1 Milyondan fazla imza toplandı. Sonraki yıllarda iktidar tarafından atılan geri adımlar İKKB’nin “Medeni Kanunuma Sahip Çıkıyorum” diye haykırışının haklılığını her defa bir kez daha gösterdi.

2015 ve 2016 yıllarında ilki Anayasa Mahkemesinin bir kararı, diğeri de TBMM’de kurulan bir araştırma komisyonu raporu gündeme geldi.

2015 yılında Anayasa Mahkemesi dini nikahın ancak resmi nikahtan sonra yapılabileceği, aksi durumun suç oluşturacağına ilişkin” Ceza Kanunu 230. maddesinin 5. ve 6. fıkralarını iptal etmişti. Oysa evlenme akdinin “evlendirme memuru” önünde resmi nikah ile yapılması kadın ve çocuk haklarının, kadın-erkek eşitliğinin temel taşlarındandır. Aslında iptal edilen TCK md. 230’daki düzenlemenin amacı, dini inançların kullanılarak kadın ve çocukların istismarının engellenmesidir, dini merasim yapılmasını engellemek değildir!

2016 yılında da TBMM’de kurulanAile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar İle Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Araştırması Komisyonuraporu açıklanmıştı. Raporda, kadınların kazanılmış yasal hakları, adeta aile bütünlüğünü olumsuz etkileyen nedenler olarak kabul edilmiş ki, bu hakların kaldırılmasına yönelik kanunlarda değişiklikler yapılması önerilmişti. Rapor sadece iktidar partisi milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi.

2017 yılında ise Medeni Kanunun laik niteliğini, hukuk birliğini sağlama işlevini ortadan kaldıran bir yasa değişikliği yapıldı. Nüfus Hizmetleri Kanununda 19 Ekim 2017 tarihinde sözde “vatandaşların evlenme işlemlerini kolaylaştırmak, daha kolay ve seri bir şekilde hizmet almalarını sağlamak” gerekçesiyle yapılan değişiklikle il ve ilçe müftülüklerine de evlendirme memurluğu yetkisi verildi.

Cumhuriyetimizin 100. Yılında, Medeni Kanun’un yok sayılmasına yol açan uygulamalara, “sil baştan yazılacak” gibi söylemlere ve bu yolda yasalarda yapılmak istenen ve yapılan değişikliklere tanık oluyoruz:

– Son dönemde Medeni Kanunun 175 ve 176. maddelerinde yer alan yoksulluk nafakası hükmünün “erkeğin hayatının ipotek altına alınmaktan kurtarılması!!” gibi bir gerekçeyle kaldırılması yukarıda değinilen TBMM araştırma komisyonu raporuyla gündeme taşınmıştır. Oysa yasaya göre erkek tarafın nafaka alması önünde bir engel yoktur, boşanan her iki taraf da nafaka talep edebilir. Uygulamada genellikle boşanan kadının nafaka talep eden taraf olmasının nedenleri dikkate alınmamakta, kadınların eğitimde istihdamda ve karar verici konumlarda geri bırakıldıkları göz ardı edilmektedir. Bu yanlıştan dönülmelidir.

–Arabuluculuk Kanununda İHTİYARİ olduğu belirtilmesine rağmen, Adalet Bakanlığınca, Aile Hukukunda Zorunlu Arabuluculuk” uygulamaya konulmak istenmektedir. Bunun ailede ve toplumda ve özellikle kadınlar açısından yol açacağı sakıncalar ve mağduriyet dikkate alınmalıdır..

97 yıl sonra baktığımızda, iktidarın söylemlerinde Medeni Kanunun LAİK hukukun simgesi olma niteliğinin ve hukuk birliğini sağlama işlevinin yok sayıldığı görülmektedir.

Laiklik için, eşitlik ve demokrasi için mücadeleye devam…

Önceki İçerikCumhuriyetimizin Temel Niteliği “Laiklik ve Hukuk Birliği” Yok Sayılmamalı
Sonraki İçerikBM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesinin Kabulünün 44. Yılı İKKB Basın Açıklaması